Her gün ekranlarda kerli ferli insanları, kendilerinden çok emin tavırlarla salgın üzerine ahkâm keserken izliyoruz. Biri çıkıyor "kısıtlamalar gevşetilebilir, okullar açılabilir" diyor, diğeri "en az 14 günlük bir tam kapanma şart" diyor. Aslında bu insanların bizim “hayatımız” üzerine konuştuklarının farkında mıyız?
KONUŞULAN SENİN HAYATINDIR
İcracı konumdaki birileri de, isimlerinin
önünde koca koca unvanlar olan bu insanların söylediklerini uyguluyor ve eğer sonuç
dedikleri çıkmazsa, bedelini biz “yaşamımızla” ödüyoruz. Şaka değil, salgının
başından bu yana devletin “resmi” rakamlarına göre 30 bin kayıp verdik. Gerçek
rakamı ise kimse bilmiyor…
Tıp şakaya gelmez. Tıpta insanları
bir tedbiri alarak da, almayarak da öldürebilirsiniz. Örneğin bugün gerçekten koşullar
kısıtlamaların gevşetilmesi için uygunsa ve siz buna rağmen insanları 14 gün evlerine
kapatırsanız, birçok insan kapanmadan kaynaklanan başka sorunlar nedeniyle yaşamını
yitirecektir. Fakat aksine koşullar kapanma gerektirirken siz tedbirleri
gevşetirseniz, bu kez de birçokları virüs nedeniyle yaşamını yitirir.
Yani ekranlara çıkıp, gevrek gevrek
konuşmanın bir “sorumluluğu” vardır. At yarışı tahmini yapmıyorsunuz, insan
hayatı üzerine tahmin yapıyorsunuz.
SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI STRATEJİSİ - İSVEÇ
Dilerseniz konuyu “somut” bir örnekle
biraz daha açalım. Geçtiğimiz yıl 5 Mayıs 2020 tarihinde tıp dünyasının en
prestijli dergilerinden biri olan Lancet dergisinde Johan Giesecke imzasıyla “The
invisible pandemic” (Görünmez pandemi) başlıklı bir makale yayınlanmıştı.
Yazar makalesinde birçok ülkenin
İsveç’in COVID 19’a karşı “gevşek” mücadele stratejisi karşısında hayrete
düştüğünü yazıyordu. İsveç okullarını ve işyerlerini kapatmamış, başka
ülkelerdeki gibi sokağa çıkma yasakları ilan etmemişti. İsveçliler sanki salgın
yokmuş gibi gündelik yaşamlarını sürdürmüşlerdi.
İsveç’in bu stratejisine “sürü
bağışıklığı” stratejisi deniyordu. Aslında bu teknik olarak yanlış bir
terimdir. Sürü bağışıklığı “doğal” yolla değil, “aşılama” ile elde edilir.
Giesecke Mayıs ayında, Avrupa’nın iki
– üç aylık salgın deneyimini değerlendirerek, “kapanma” tedbirinin “ölümler”
bakımından işe yaramadığını iddia etmiş, İsveç’teki ölüm hızının, “kapanma”
tedbiri uygulayan ülkelerden fazla olmadığını ileri sürmüştü.
Giesecke kapanmanın virüsün
yayılmasını önleyemeyeceğini, yalnızca ciddi vakaların ortaya çıkmasını bir
süre “erteleyebileceğini” savunuyor ve bir yıl sonra ölümleri saydığımızda,
kapanma uygulayan ülkeler ile uygulamayan ülkeler arasında fark olmadığını
göreceğiz diyordu.
BİZE OKULDA BAŞKA ŞEYLER ÖĞRETMİŞLERDİ
Giesecke’nin bu makalesi ortama bir
bomba gibi düştü. Giesecke makalesinde hekimlere tıp fakültesinde
öğretilenlerin tam tersini savunuyordu. Halk sağlığı biliminin temellerine
karşı çıkıyor, salgın mücadelesini sözcüğün tam anlamıyla tersyüz ediyordu.
Ancak tıp fakültesinde bize bunların
tam tersi öğretilmiş olmasına rağmen, Giesecke’nin makalesini “deli saçması”
diye göz ardı edebilmek mümkün değildi.
Birincisi, makale dünyanın en
prestijli tıp dergilerinden birinde yayınlanmış. Lancet’de yayınlanan makaleyi
dikkate almayacağız da neyi dikkate alacağız?
İkincisi, makalenin yazarı Giesecke,
dünyaca meşhur Karolinska Enstitüsü profesörlerinden biri. Hekim, enfeksiyon
hastalıkları uzmanı, hijyen mastırını dünyanın en iyi halk sağlığı okullarından biri olan
Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu’nda yapmış. Hatta bu okulda ders vermiş.
Giesecke Dünya Sağlık Örgütü’nde de görev yapmış. Avrupa Hastalık Önleme ve
Kontrol Merkezi’nde de çalışmış ve pandemi çıkınca da İsveç Halk Sağlığı
Ajansı’na “danışman” olmuş.
Yani benim gibi halk sağlığı kariyeri
Ryerson Halk Sağlığı okulunda bir eğitim ve Toronto Halk Sağlığı departmanında
bir süre çalışma olan biri için çiğnenebilecekten çok daha büyük bir lokma…
ÖĞRETMENİN ADI ZAMAN
Fakat “zaman” denen öğretmen herkese, her şeyi öğretiyor. Gerçi Giesecke’nin makalesi üzerinden henüz 1 yıl geçmedi, fakat 10 ay sonra yazarın “yanıldığı” apaçık ortada. Yazımızdaki tabloya bakıldığında “günün sonunda” kapanma tedbiri almayan İsveç’te ölüm hızı milyonda 1.262 iken, şu veya bu ölçüde kapanma tedbirleri uygulayan komşularında milyonda 114 ile 900 arasında değişiyor.
ÜLKE |
COVID 19 ÖLÜM HIZI (MİLYONDA) |
İSVEÇ |
1.262 |
HOLLANDA |
900 |
DANİMARKA |
405 |
FİNLANDİYA |
133 |
NORVEÇ |
114 |
KOCA PROFESÖR YALAN SÖYLER Mİ?
Ağustos ayında Lancet dergisi 21 bilim insanının imzasıyla bir mektup yayınladı. Yazarlar İsveç’te gerçeklerin
Giesecke’nin makalesinde yansıttığı gibi olmadığını, 29 Nisan itibariyle Stockholm’de
enfekte olanların oranının yazarın yansıttığı gibi yüzde 20 – 25 değil, yüzde 7,5
olduğunu açıkladılar.
Giesecke verdiği yanıtta, hücresel
bağışıklığın tahminlerin ötesinde bir rol oynayabileceği, kapanma tedbirinin
başarılı olduğu örneklerin “ada ülkeleri” olduğu, ancak bu ülkelerin kapanmanın
bedelini ağır ödediklerini ve son olarak uzun vadede insanların kapanma
tedbirini kabul etmeyeceğini yazdı. Oysa iddiası bunların hiçbiri değildi.
ÖLENLERİN HESABINI KİM VERECEK?
Elbette COVID 19 ölümleri tek başına mücadele stratejisiyle açıklanamaz. Fakat en azından bugün İsveç’in COVID 19 ölüm hızı
komşularınınkiyle karşılaştırıldığında, eğer İsveç komşuları gibi mücadele
etseydi ve Halk Sağlığı Ajansı Giesecke gibi “danışmanlara” kulak vermeseydi, yaşamını
yitiren 12.798 İsveçliden en az yarısı hayatta olacaktı diyebiliriz.
Aslında bir deli saçmasından başka
bir şey olmayan sürü bağışıklığı stratejisinin yanlışlığı geçtiğimiz yıl
içinde birçok olumlu ve olumsuz örneklerle ispatlandı. Sürü bağışıklığı
ideolojisini benimseyen İngiltere, Brezilya ve ABD gibi ülkeler, bunun bedelini
çok ağır ödediler ve ödemeye devam ediyorlar. Daha salgının ilk aylarında “kapanma”
ile salgını kontrol altına alan Çin ise bugün salgını artık unuttu bile.
Peki, bu sürü bağışıklığı gibi, maske
– mesafe – temizlik gibi deli saçması ideolojiler yüzünden, hatalı açılma
kararları yüzünden yaşamını yitirenlerin hesabını kim verecek?
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder