Sağlık Bakanı bugün – yarın “yeni normalleşme” koşullarını
açıklayacak. Esnaftan gelen baskılar nedeniyle alınan yarım – yamalak tedbirler
de gevşetilecek. Muhtemelen sokağa çıkma yasağı esnetilirken, lokantalar ve
kahvehaneler yeniden açılacak, yoğun bakımlar iflas etmesin diye 65 yaş üstüne
kısıtlamalar büyük ölçüde korunacak.
Hükumet salgının başından beri virüsle “inatlaşıyor”. Bu inatlaşma şimdiye kadar en az 30 bine yakın canımıza mal oldu. En az diyoruz, çünkü herkes hükumetin açıkladığı rakamların üç veya dört ile çarpılması gerektiğini söylüyor. O halde can kaybımız 100 bini aşmış olabilir. Peki, nereye kadar?
Arşivime bakıyorum, neredeyse bir yıl önce, 18 Mart 2020’de “Bireyci
tıp salgınla baş edemez” başlıklı bir yazım yayınlanmış. Henüz “dünyada”
vaka sayısı 200 bin, ölümler sadece 8 bin. Vaka ve ölümlerin büyük çoğunluğu
Çin’de.
O gün söylediklerimiz ile bugün söylediklerimiz aynı. Salgın
ile “salgın bilimi” ışığında mücadele edilmeli! O günlerde virüsle “inatlaşmayan”
ve salgın biliminin gereklerini yerine getirerek kapsamlı halk sağlığı
tedbirleri alan tek ülke Çin. Bu sayede Çin çok kısa bir süre içinde salgını
kontrol altına almayı başarıyor.
Daha sonra Çin’in izinden giden Güney Kore, Yeni Zelanda,
Vietnam ve Küba gibi ülkelerin de virüsle inatlaşmak yerine salgın biliminin
gereklerini yerine getirerek salgını kısa sürede kontrol altına aldıklarını
görüyoruz.
Ancak bu süreçte başta “sürü bağışıklığı ideolojisini”
savunan İngiltere, İsveç ve ABD olmak üzere kapitalist dünyanın büyük
çoğunluğu, salgın biliminin önerdiği izolasyon ve karantina tedbirlerini
yerine, virüsle inatlaşmayı tercih ediyorlar. Bunlara bizim hükumetimiz, Bilim
Kurulu’nun da desteğiyle, “maske – mesafe – temizlik ideolojisiyle” katılıyor.
Virüs de, sürü bağışıklığı ve maske – mesafe – temizlik ideolojisiyle
“dalgasını geçmeye” başlıyor. Yoğun bakım yatakları dolan ülkeler tedbirleri sıkılaştırdıkça
“geriliyor”, tedbirler gevşetilince daha büyük bir “dalga” halinde yeniden
saldırıyor. Okullar kapanınca azalan vaka sayıları, açılır açılmaz patlıyor.
Aslında bu süreçte yaşanan her yeni dalga veya ülkemizde
olduğu gibi her yeni pik, virüsün salgın bilimini dikkate almayan hükumetlere
ve otoritelere yanıtıdır: “benimle inatlaşmayın”!
Dahası sermaye egemenliğindeki ülkelerde örgütlenen “bireyci
tıp”, salgının olumsuz sonuçlarının daha da dramatik bir hal almasına neden
oluyor. Örneğin Türkiye’de birinci basamakta kendisini Aile Hekimliği olarak
ifade eden bireyci tıp, daha salgının ilk günlerinde iflas bayrağını çekmişti.
“Bireye” yönelik hizmetlerde uzmanlaşan Aile Hekimliği
sistemi, salgına karşı alınması gerekli halk sağlığı tedbirlerinin
uygulanmasında hiçbir şey yapamadı. Bugün de aşılama sürecinde Aile Hekimliği
sisteminin “kitlesel” aşılama yürütemediğini görüyoruz.
Oysa birinci basamakta sağlığı özelleştirmek amacıyla Aile
Hekimliği sistemine geçebilmek için kapatılan Sağlık Ocakları “topluma” yönelik
hizmetlerde uzmanlaşmış sağlık kurumlarıydı. 1980’li ve 1990’lı yılların
efsanevi “aşı kampanyalarında” bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadelede rüştünü
ispat eden Sağlık Ocakları kapatılmasaydı, bugün virüs karşısında çok daha
güçlü olacaktık.
Bugün hala virüsle inatlaşmaktan vazgeçmek ve salgın
biliminin gereklerini yerine getirmek için geç değil. Bugün alınacak
tedbirlerle en azından başka yüzbinlerin yaşamları korunabilir. Fakat görünen o
ki hükumet virüsle inatlaşmaya devam edecek ve aldığı yarım yamalak tedbirleri
de gevşetecek.
Maalesef hükumetin tedbirleri gevşetme çabasına sınıf bilinci
gelişmemiş işçiler ve örgütleri de destek veriyor. Emekçileri ve emek
örgütlerini ikna edemeyen Türk Tabipleri Birliği’nin “tam kapanma” çağrıları,
arkasında toplumsal bir güç olmadığından havada kalıyor. Yine bu süreçte
kendisine işçi sınıfı partisi diyen bazı partilerin de popülizme teslim
olduğunu üzülerek gözlüyoruz.
Nereye kadar? Salgının gerçek mağdurları, işçiler, emekçiler,
65 yaş üstü yurttaşlarımız hükumete “yeter” diyene kadar, “salgınla mücadelede
ideolojik davranmayı bırakıp, salgın biliminin gereklerini yerine getirin”
diyene kadar.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder