Bugün “resmi” olarak Türkiye’de ilk
COVID 19 vakasının açıklanmasının birinci yıldönümü. Geçtiğimiz yıl bugün
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, yeni kononavirüs şüphesi olan bir hastanın test
sonucunun pozitif olduğunu açıklamıştı.
Geçen bir yıl içinde yine “resmi”
rakamlara göre 3 milyona yakın insanımız virüsle enfekte oldu ve bunlardan 30
bin kadarını yitirdik. Aslında gerçek rakamların açıklananın çok üzerinde
olduğu konusunda neredeyse herkes hemfikir.
Peki, bir yıllık pandemi sürecinden ders çıkartabildik mi? Geçen yıldan çıkarttığımız dersler doğrultusunda pandemiyi bundan sonra daha iyi yönetebilecek miyiz? Ya da yarın COVID 19 benzeri başka bir virüsle karşılaşırsak, aldığımız dersle daha başarılı mücadele edebilecek miyiz?
Maalesef bu sorulara gönül
rahatlığıyla evet diyebilmek çok güç. Özellikle bugün içinde bulunduğumuz son “açılma
- saçılma” süreci, geçen bir yıldan hiç ders çıkartamadığımızı gösteriyor.
Salgının birinci yıldönümünde günde
15 bine yakın vaka ve ortalama 60 – 70 kadar can kaybımız var. Yani salgın
maalesef bütün hızıyla devam ediyor. Peki, biz ne yapıyoruz? Vaka sayısı
artarken, test sayısını azaltıyoruz. Salt bu durum bile geçen yıldan hiç ders almadığımızı
gösteriyor.
Anımsayın lütfen, Dünya Sağlık Örgütü
bir yıl önce salgınla başarılı mücadelenin formülünü nasıl tanımlamıştı? “Test,
test, test”!
Neden test? Çünkü bu hastalık gökten
zembille inmiyor, hastalardan bulaşıyor. O halde ne kadar çok test yaparsanız,
o kadar çok hasta bulursunuz. Hastaları bulup ne yapacaksınız? Onları
hastalıklarını başkalarına bulaştırmasınlar diye izole edecek, temaslılarını
izleyeceksiniz.
Yani salgınla mücadele etmek
istiyorsanız, “test, test, test” yapmalısınız. Peki, biz ne yapıyoruz? Bir
aydır vaka sayıları artarken, test sayılarımız azalıyor. Hâlbuki geçen bir
yıldan ders çıkartmış olsaydık, bugün günde en az 200 – 250 bin test yapıyor
olurduk.
Hükumet “çarklar dönecek” ısrarını
sürdürüyor. 3 milyon insanın enfekte olması, 30 bin insanın ölmesi pahasına…
Oysa Doç. Dr. İlker Belek, gerekli tedbirler alınsaydı, bugün en çok 500 bin
insanımız hastalanacak, 5 bin yurttaşımızı yitirmiş olacaktık diyor. Haydi
hastalananları bir kenara bırakalım, 25 bin insanımız hangi inat uğruna
yaşamını yitirdi?
Bu hastalığın kaynağı hasta insanlar.
Hastalık hasta insanlardan bulaşıyor. Hasta insanlar toplu taşıma araçlarıyla
işlerine giderken, işyerlerinde çalışırlarken hastalıklarını diğer insanlara
bulaştırıyorlar. O halde hastalığın yayılmasını durdurmak için hükumetin
gerekli sosyal tedbirleri alarak “çarkları durdurması” lazım. Peki, bir yılın
sonunda bu konuda bir ders alabildiğimizi söyleyebilir miyiz?
Geçtiğimiz yıl salgının ülkenin her
köşesine yayılmasında en önemli rolü “umre dönüşlerinin” oynadığını biliyoruz.
Suudi Arabistan’dan kontrolsüzce ülkemize giren binlerce insan, virüsün hızla
yayılmasına neden olmuştu. Peki, yarın aynı hatayı tekrarlamayacağımızı kim
iddia edebilir? Umreden dönenleri karantinaya almamamızın nedeni “bilgisizliğimiz
miydi”?
Dilerseniz Mehmet Akif Ersoy’un
Safahat’inden bir dörtlükle bitirelim:
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne
masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi
verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü
ederdi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder