Türkiye yıllardır aklınıza gelen her
konuda “günü kurtararak” yoluna devam etmeye çalışıyor.
Hiçbir sorununu çözmüyor, fakat erteliyor. Hatta kapıya gelmiş bir sorunun ertelenebilmesi, örneğin bir kartın borcunun, başka bir kartla borç alınarak ödenebilmesi dahi büyük bir beceri ve başarı olarak görülüyor.
Son kırk yılını böyle geçiren Türkiye’de “kurumlar” da artık gerçek işlevlerini yitirdiler.
Örneğin “üniversite” gençler için müstakbel
işsizliği birkaç yıl öteleme aracı haline geldi. Bugün Türkiye’de üniversite
öğrencilerinin en az yarısının mezun olduktan sonra hiçbir iş bulamayacaklarını
herkes biliyor. Diğer yarısı da yabancıların underemployment dediği işler
bulabilecek. Bugün üniversitelerdeki 5 milyon öğrenciden belki 50 bini eğitim
gördüğü alanda çalışabilecek.
Fakat veliler de, gençler de çaresiz.
Herkes belki diyor, acaba diyor ve çocuğunu üniversiteye gönderiyor. Çünkü “alternatif”
yok. Fakat daha önemlisi sorunu çözme iradesi yok…
“Hastaneler” yıllardır hastaları
iyileştiren kurumlar olmaktan çıktı. Artık doktorlara hastaları nasıl tedavi
edecekleri değil, hastalıkları nasıl yönetecekleri öğretiliyor. O “hastalandım,
doktora gittim, bir ilaç yazdı, kullandım ve iyileştim” senaryosu tarihte
kaldı. Şimdi insanlara hastalıklarıyla birlikte nasıl yaşayacakları
öğretiliyor.
Buna rağmen insanlar
iyileşmeyeceklerini bildikleri halde hastanelere gitmeye devam ediyorlar.
Herkes, “belki bu sefer” diyor. Çünkü “alternatif” yok. Fakat daha önemlisi,
kimse bir başka tıbbın, bir başka hastanenin, bir başka sağlığın olabileceğini
bilmiyor.
Daha düne kadar “ev” dediğimiz, daha
romantik olanlarımızın “yuva” dedikleri mekanlar artık içinde yaşayacağımız
mekanlar olmaktan çıktı ve yatırım aracı haline geldi. Artık kimse ev alırken
içinde nasıl yaşayacağını düşünmüyor. Birinci öncelik, evin ileride prim yapıp
yapmayacağı.
Ve insanlar son kırk yıl içinde 140
metrekarelik, her odası güneş alan 3 + 1 evlerden çıkıp, açık mutfaklı 2 + 1’lere,
1 + 1’lere ve birkaç yıldır 1 + 0’lara girdiler. Bazıları “kendi evlerine” kira
öder gibi “aidat” ödemeye alışırken, diğerleri şehir merkezlerinden
kilometrelerce uzaklara savruldular.
“Yemek” zaten unutuldu. Şimdi
amacımız öğünümüzü aradan çıkartmak. Pandemi sürecinin de katkısıyla esnaf
lokantaları, ev yemekleri yapan lokantalar “paket” işine giremedikleri için
kepenk kapatmak zorunda kaldı. Pandemi sonrası kaçının yeniden açılabileceği
meçhul. Diğer yandan fast – food endüstrisi büyüdükçe maliyetleri küçülüyor ve
neredeyse evde yemek yapmanın maliyetiyle başa baş hale geliyor.
Bir çırpıda yaşamın en önemli
alanlarını, eğitimi, istihdamı, sağlığı, barınmayı ve beslenmeyi 40 yılda ne
hale getirdiğimizi sergilemeye çalıştık. Ancak bu yazdıklarımızın 30 – 35 yaş altındakilere
hiçbir şey ifade etmediğinin de farkındayız. Onlar maalesef zaten böyle bir
dünyaya doğdular ve başka türlüsünü ancak eski yerli filmlerde görebiliyorlar.
Fakat “günü kurtarıyoruz”. Bu durum
ne kadar sürer bilemiyorum fakat günü gerçekten kurtarıyoruz.
Evet, biri oğlunuz – kızınız ne
yapıyor dediğinde bugün için verecek bir yanıtımız var. Hem de hala fiyakalı
bir yanıt: üniversiteye gidiyor teyzesi…
Evet, artık bir tuşa basarak Türkiye’nin
istediğiniz yerindeki, istediğiniz uzmana, hatta dilerseniz hastanelerin web
sayfalarında fotoğraflarına bakıp beğenerek gidebiliyorsunuz. Yazdığı reçete
bir işe yaramamış, ne gam? Yarın başkasına gidersiniz.
Evet, belki eviniz içinize sinmiyor,
fakat yarın? Şu metro inşaatı bitince fiyatı iki katına çıkacak. Peki, sizin
alacağınız evin fiyatı kaç katına çıkacak?
Evet, telefonla pizza siparişi verip bugün
de akşam yemeği “derdinden” kurtuldunuz. Yarın Allah kerim.
Gördünüz mü günü kurtarmak, sorunları
ertelemek insan nasıl bir ferahlık veriyor? Uzun vadede mi? Keynes ne demiş?
Uzun vadede zaten hepimiz ölmeyecek miyiz? Eğer yaşadığınız yaşamın “yaşam”
olduğuna inanıyorsanız, başka bir yaşamın hayalini bile kuramıyorsanız, böyle
yaşamaya devam etmekten başka çareniz yok zaten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder