Translate

22 Kasım 2021 Pazartesi

Pandeminin üçüncü yılına girerken

 

Zaman uçuyor. Çin’de ilk COVID 19 vakalarının çıkması üzerinden neredeyse iki yıl geçti. İki yıldır pandemiyle yatıyor, pandemiyle kalkıyoruz. Üçüncü yılına girmekte olduğumuz pandemiden ne zaman “çıkılacağı” kestirilemiyor. Sonbahara kısıtlamaları kaldırıp, okulları açıp, maskelerini bir kenara fırlatarak giren dünya, şimdi yeniden “kapanmaya” başladı. Acaba seneye bu zamanlar yazımızın başlığı “pandeminin dördüncü yılına girerken” mi olacak?

 

Gerçi pandemiye karşı tutumumuz iki yıl öncesinden oldukça farklı. Anımsayın. 2020 yılının ilk yarısında bugünkünün yanında devede kulak sayılabilecek vaka ve ölüm sayıları karşısında okulları kapatıyor, seyahatleri kısıtlıyor, yaşlıları eve hapsediyorduk. Şimdi günlük vaka ve ölüm sayıları artık medyada “hava durumu” veya “piyasa bilgileri” gibi verilmeye başlandı, “rutine” girdi, alıştı(rıldı)k.

 

BİZDE VE DÜNYANIN GERİ KALANINDA PANDEMİ LİTERATÜRÜ

 

Uluslararası literatüre bakıldığında, Türkiye dışında hemen bütün ülkelerde bilim insanlarının pandeminin doğasına, mücadele yöntemlerinin etkinliğine, aşıların koruyuculuğuna ve salgınla ilgili birçok konuya ilişkin bilimsel araştırmalar yaptıklarını ve elde ettikleri sonuçları yayınladıkları görülüyor.

 

Örneğin sadece son ayın literatürüne bakıldığında, İranlı akademisyenlerin çeşitli ülkelerin sağlık politikalarıyla COVID 19 prevalansı arasındaki ilişkiyi tartıştığını, Hindistan’dan araştırmacıların hükumet politikalarının salgını kontrol altına almakta etkinliğini analiz ettiklerini, Brezilyalı bilim insanlarının Rio De Janeiro hastanelerinde yatan COVID 19 vakalarınının sosyodemografik özelliklerini, eşlik eden hastalıklarını, sergiledikleri belirti ve bulguları coğrafyaya göre değerlendirdikleri görülüyor.   

 

Aslında Türkiye yeryüzünde pandemiden en çok etkilenen birkaç ülkeden biri. 8,5 milyon vaka ile dünyada en çok vaka görülen altıncı ülkeyiz. Kimilerine göre 75, diğerlerine göre 150 bin can yitirdik. Fakat diğer yandan dünyada bizdeki vaka ve ölüm sayılarının onda birine dahi sahip olmayan onlarca ülkeden bilim insanları, hemen her gün COVID 19 konusunda yeni yayınlar yaparken, bizden dişe dokunur hiçbir şey çık(a)mıyor.

 

Çünkü bütün dünyada hükumetler salgın verilerini en azından bilim insanlarıyla paylaşırken, Sağlık Bakanlığı’nın ülkemizdeki COVID 19 verilerini, üniversitelerimizden ve bilim insanlarımızdan, hatta zaman zaman basına yaptıkları açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla “kendi bilim kurulu üyelerinden”, devlet veya rejim sırrı olarak kıskançlıkla gizlemesi nedeniyle bizim elimiz kolumuz bağlı.

 

Oysa bu süreçte Sağlık Bakanlığı tarafından birçok tıbbi ve tıbbi olmayan müdahaleler gerçekleştirildi. Acaba bu müdahaleler ne kadar etkili oldu? Başarı ve başarısız girişimlerimizi analiz ederek, geleceğimiz için dersler çıkartabilirdik.

 

DÜNYA SALGINDAN DERS ALIYOR

 

Buyurun ABD’den bir çalışma:

 

Bilindiği gibi birçok ülkede salgınla mücadelede alınan başlıca tedbirlerden biri, “evde kal” çağrısıydı. ABD “federal” bir devlet örgütlenmesine sahip olduğu için bu çağrı farklı eyaletlerde farklı biçimde uygulandı. Colorado ve Washington eyaletleri evde kalmayı “zorunlu” kılarken, Massachusetts eyaleti “tavsiye” ile yetindi.

 

ABD’li bilim insanları da acaba bu iki uygulama arasında bir fark oldu mu diye bir araştırma tasarlıyor. Tabii orası Türkiye değil, gereksindikleri bütün veriler ellerinin altında.

 

Araştırmacılar evde kal çağrısının “tavsiye” niteliğinde yapıldığı yerlerde vaka sayılarının, vaka/ölüm oranının ve ölüm hızlarının “zorunlu” kılınan yerlere göre çok daha yüksek olduğunu buluyorlar. Aslında bu çok da sürpriz bir bulgu değil. Muhtemelen aklı başında herkes bunu tahmin edebilirdi. Asıl şaşırtıcı olan bundan sonrası…

 

Bilindiği gibi sermaye çevreleri “zorunlu” evde kal çağrısının ekonomiyi olumsuz etkileyeceğini savunuyordu ve sermaye yanlısı hükumetler bu konuda “ekonomik” gerekçelerle ikircikli davrandılar. Oysa araştırmacılar bu süreçte evde kalmanın zorunlu kılınmadığı Massachusetts eyaletinde salgının ekonomik maliyetinin 107,2 milyar dolara ulaştığını, fakat beklentilerin tam tersine evde kalmanın zorunlu kılındığı Washington’da 24,9 milyar ve Colorado’da 23,9 milyar dolarda kaldığını buldular.

 

Böylece bilim sayesinde bir şehir efsanesi daha tarih oldu ve zorunlu izolasyon – karantina uygulamasının ekonomiyi daha olumsuz etkileyeceği safsatası yerle bir edildi. Aksine sermayenin çok korktuğu zorunlu izolasyon – karantina uygulamasının ekonomi için çok daha iyi sonuç verdiği ortaya çıktı. Hem de sadece emekçiler için değil, patronlar için de…

 

Şüphesiz bilim evrenseldir. Şimdi ABD’de yapılan bu araştırma salgınla mücadelede sadece ABD’ye değil bütün dünyaya yol gösterecek. Fakat böyle katkılar bizden de çıkabilse iyi olmaz mıydı? Sağlık Bakanlığı salgın verilerini şeffaf bir şekilde bilim insanlarımıza açsa, bizden de dünyaya salgınla mücadelede yol gösterici olacak araştırmalar çıksa kötü mü olurdu?

 

Salgının üçüncü yılına giriyoruz ve hala elimizde ülkemizdeki vaka ve ölümlerin detaylarına ilişkin hiçbir veri yok. Örneğin okullar açıldığından beri COVID 19 nedeniyle kaç çocuğumuzu yitirdiğimizi bilmiyoruz. Çünkü vakalar yaş gruplarına göre yayınlanmıyor. Çünkü Sağlık Bakanlığı iki yıldır verilerin turşusunu kuruyor. 

 

ŞARKISINI DAHİ YAZAMIYORUZ

 

Türkiye yeryüzünde pandeminin etkilerinin en ağır hissedildiği ülkelerden biri. Nüfusumuzun onda biri hastalandı, on binlerce insanımız günlerce yoğun bakımlarda süründü. Ya sevdikleri, yakınları yoğun bakımda ölümle cebelleşenler? Pandemide kaç kişinin işini, aşını yitirdiğini bilmiyoruz. Belki de pandeminin getirdiği olumsuzluklardan en az etkilenenlerden biriyim, kaybımın diğerlerininkinin yanında sözü edilmez, fakat ben de uluslararası seyahat kısıtlamaları nedeniyle Almanya’da doğan torunumu görmeye gidemedim.

 

İstisnasız bütün Türkiye’nin pandemiden şu veya bu şekilde, fakat mutlaka bir biçimde etkilenmiş olmasına rağmen, COVID 19’un hala sanatımıza, edebiyatımıza girememiş olması acaba tesadüf mü?

 

Bu konu geçtiğimiz hafta Çanakkale Gölge Kitabevi’nde müzik tarihçisi Murat Meriç’in gerçekleştirdiği “Şarkılarla Memleket Tarihi” başlıklı sunumda gündeme geldi. Meriç ülkemizde tarih boyunca toplumu etkileyen bütün olayların “şarkılarımıza” yansıdığını anlattı. O kadar ki, ülkemize “daktilonun” girişi dahi şarkılarımıza konu olabilmiş.

 

Bu bağlamda çok sayıda sağlık sorunu da şarkılara konu olmuş. Sanatçılar insanların acılarını, ıstıraplarını dizelere, notalara dökmüşler. Meriç bunlar arasında “verem” hastalığını örnek verdi ve salgının başlaması üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen henüz COVID 19 için bir şarkı yazılmamış olmasının ilginç olduğunu söyledi.

 

Bence ülkemizde sanatçıların üretimlerinde COVID 19’u işleyememelerinin nedeni, bilim insanlarının COVID 19’a ilişkin bilimsel üretim yapamamalarıyla aynı. Elimizde “veri” yok! Veri olmadığı için ne sanatçılar, ne de bilim insanları olan biteni imbiklerinden geçirip damıtabiliyor.

 

Tam olarak özümseyemediğiniz, kavrayamadığınız, sadece “seyrettiğiniz” bir olgunun bilimini yapamadığınız gibi, sanatını da yapamazsınız…

 

Not: Yazıda aktarılan çalışmalara ilişkin bilgilere, International Journal of Health Services dergisinin son nüshasından erişilebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder