Translate

17 Aralık 2021 Cuma

Halk Sağlığı disiplini tıbbın vicdanıdır

 


“5. Uluslararası ve 23. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi” bu hafta pandemi nedeniyle internet üzerinden gerçekleştiriliyor. Kongre ana temasını “Değişen Dünyanın Öncelikleri: İklim Krizi, Afetler, Göçler, Eşitsizlikler ve Toplumsal Dirençlilik” olarak belirlemiş. 

 

Kongre başkanı Prof. Dr. Bülent Kılıç bu seçimin gerekçesini şöyle açıklıyor: “21. yüzyılın halk sağlığı alanındaki en önemli sorunları giderek derinleşen iklim krizi, afetler, savaşlar, göçler, artan eşitsizlikler, kronik hastalık epidemileri ve yeni/yeniden ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklardır”.

 

Bu durum hiç şaşırtıcı değil, çünkü bu konular “Halk Sağlığı” disiplininin varlık nedenleri. Halk Sağlığı, 18. yüzyılın sonunda “yoksulluğu” ve 19. yüzyılda “çalışma ve yaşam koşullarının” sağlık üzerine etkilerini tartışarak tıp içinde bir disiplin haline geldi.

 

Halk Sağlığı disiplininin kurucusu olarak kabul edilen Alman hekim Johann Peter Frank’ın 1790 yılında Pavia Üniversitesi’nde düzenlenen bir mezuniyet töreninde yaptığı “De populorum miseria: morborum genitrice” (Halkın sefaleti: hastalıkların anası) başlıklı konuşması, tarihte ilk kez yoksulluğun hangi mekanizmalar üzerinden hastalıklara ve vakitsiz ölümlere yol açtığını ortaya koydu.

 

Halk Sağlığı bir tıp disiplini olmasına rağmen, kendisini asla hastanelerle ve laboratuvarlarla sınırlamadı. Daima “sosyal adalet” ve “insan hakları” kavramları ile iç içe oldu. Rudolf Virchow’un “Der Arzt ist der natürliche Anwalt der Armen” (Hekim yoksulların doğal avukatıdır) öğüdüne uyarak, “tıbbın vicdanı” oldu.

 

Aydınlanmacı gelenek ve 1789 Fransız İhtilali, tıp içinde bir Halk Sağlığı disiplini oluşmasına beşiklik etti. Bunu Halk Sağlığı’nın daha emekleme dönemlerinden itibaren kendisine Avrupa’nın yoksul mahallelerini ve fabrikaları “çalışma alanı” olarak seçmesinde apaçık görmek mümkün. Buralarda yaşayan ve çalışan insanların diğerlerinden daha kısa ve daha sağlıksız bir ömür sürmeleri Halk Sağlığı’nı her zaman rahatsız etti.  

 

Halk Sağlığı disiplininin en temel ilkesi “eşitliktir”. Halk Sağlığı için sağlıkta eşitsizlikler asla ve hiçbir gerekçeyle kabul edilemez. Halk Sağlığı bugünlerde bu nedenle Afrikalı yoksulların da COVID 19 aşısına erişebilmesi için, pandemiden yoksulların ve toplumların dezavantajlı kesimlerinin daha fazla zarar görmemesi için mücadele ediyor.

 

Halk Sağlığı disiplininin diğer bir ilkesi de, sağlığı bir “hak” olarak görmesidir. Buna göre her insanın sağlıklı bir yaşam sürdürmeye, potansiyellerini sonuna kadar kullanmaya hakkı vardır. Daha sonra çeşitli toplumsal hareketler bu yaklaşımı “sağlık hakkı” mücadelesi biçiminde örgütleyerek, sosyal mücadelenin bir parçası haline getirdiler.

 

Sağlık hizmeti önündeki engellerin kaldırılarak, herkesin sağlık hizmetlerine eşit ve ücretsiz erişiminin sağlanması, başından beri Halk Sağlığı disiplininin sahiplendiği ve yaşama geçirilmesi için mücadele ettiği bir çabadır.

  

Halk Sağlığı her şeyi “eşitlik” terazisinde tartar ve sağlıkta eşitsizliklere yol açan, açabilecek her şeyin karşısında durur. İklim krizinden afetlere, savaşlardan göçlere, kronik hastalık salgınlarından bulaşıcı hastalıklara bütün felaketlerden toplumun yoksul ve dezavantajlı kesimlerinin daha fazla (eşitsiz) etkilenmelerine, zarar görmelerine itiraz eder. Yoksulların bu felaketlerden neden “orantısız” etkilendiklerini araştırır ve çözümler üretmeye çabalar.

 

Şüphesiz Halk Sağlığı’nın iki yüzyılı aşan tarihinde kimi karanlık sayfalar da var.

 

Bunlardan birincisi, Halk Sağlığı disiplininin Avrupa’da etkisini hissettirmeye başladığı dönemde ortaya çıkan “gericilik yıllarında” yaşandı. Bu dönemde sağlığın sosyal belirleyicilerine vurgu yapan Virchow gibi aydın hekimler sürgünlere maruz kalırken, tıp ortamına “mikrop kuramı” ile birlikte gelişen “magic bullet” (sihirli mermi) epidemiyolojisi hakim oldu.

 

Halk Sağlığı disiplini, hastalıkların etiyolojisinde insanların çalışma ve yaşam koşullarına gözlerini yuman ve sağlığa biyomedikal yaklaşımı egemen kılan sihirli mermi epidemiyolojisine karşı, “çok – faktörlü” epidemiyoloji yaklaşımını geliştirdi. Bu mücadelenin sonucunda, sağlığı yalnızca hastalık ve sakatlığın yokluğu değil, aynı zamanda bedensel, ruhsal ve sosyal bakımdan tam bir iyilik hali olarak gören anlayışın kabul edilmesi sağlandı.

 

Halk Sağlığı tarihindeki ikinci karanlık sayfa, 20. yüzyılın dünyaya “bireyci ideolojilerin” egemen olduğu son çeyreğinde yaşandı. Bu dönemde egemen olan “risk faktörü” epidemiyolojisi ve yirmi birinci yüzyılda “moleküler” epidemiyoloji, sağlığı yine sosyal boyutundan soyutlamaya çabaladı.

 

Halk Sağlığı disiplini bu saldırıları da, risk epidemiyolojisinin bütün varsayımlarını çürüterek, moleküler epidemiyolojinin yetersizliklerini ortaya koyarak ve 1990’lardan itibaren “sağlıkta eşitsizlikler” temasını öne çıkartarak, 21. yüzyılın başlarında Dünya Sağlık Örgütü’nde Sağlığın Toplumsal Belirleyicileri Komisyonu’nu örgütleyerek püskürtmeyi başardı.    

 

Elbette bugün mücadele sona ermedi. Halk Sağlığı’nın yoluna “tıbbın vicdanı” olarak devam etmesi için mücadele edenler, dün olduğu gibi bugün de “sosyal adalet” ve “insan hakları” kavramlarına dört elle sarılıyor, güçlerini ve toplumsal meşruiyetlerini bu kavramlardan alıyorlar.

 

Kongre’yi düzenleyen ve Türkiye’de her şeye rağmen Halk Sağlığı’nda Virchowcu geleneği yaşatmaya çabalayan Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’ni (HASUDER) selamlıyorum.

2 yorum:

  1. Sağolasın Akif. Halk sağlığının işlevi ancak bu kadar doğru şekilde anlatılabilirdi.Seni kongremizde görmek, dinlemek bize yeni ufuklar kazandırdı. Sevgiler

    YanıtlaSil