Yoksulluk ve sağlıkta eşitsizlikler halk sağlığının en kadim, aynı zamanda en tartışmalı temalarıdır. Bunun nedeni yoksulluk ve eşitsizlik kavramlarının farklı tarihsel ve toplumsal bağlamlarda değişmesi ve bireylerin dünya görüşlerinden ve inançlarından büyük ölçüde etkilenmesidir.
Örneğin yirminci yüzyılın ortalarına kadar yoksulluk dendiğinde, insanların yaşamlarını sürdürebilecek kaynakları olmaması anlaşılıyordu. Günümüzde Asya ve Afrika kıtalarının belirli bölgeleri dışında böyle bir yoksulluk kalmadı.
Örneğin Amerikalıların büyük çoğunluğu kendilerini “orta sınıfta” görür ve ABD’de dünyanın geri kalanındaki gibi sosyal gruplar arasında büyük sosyoekonomik farklar olmadığına inanır. Ortalama bir Amerikalıya göre asıl farklılık siyahlar ile beyazlar veya Hispanikler arasındadır. Bu nedenle ABD’de sağlıkta eşitsizlikler daha çok “ırk ve etnisite” bağlamında tartışılır.
Oysa Avrupa’da bilim insanları geleneksel olarak sağlık olaylarını gelir/zenginlik, meslek veya eğitim gibi “sosyoekonomik konum” veya “sınıf” değişkenlerine göre değerlendirme eğilimindedir. Bu nedenle Avrupa’da sağlıkta eşitsizlikler, “sosyal eşitsizlikler” bağlamında tartışılır.
Diğer yandan yoksulluk ve eşitsizlik
kavramları zaman içinde, farklı tarihsel ve toplumsal bağlamlarda değişebilen
kavramlar. Örneğin yirminci yüzyılın ortalarına kadar yoksulluk dendiğinde, insanların
yaşamlarını sürdürebilecek kaynakları olmaması anlaşılıyordu. Günümüzde böyle
bir yoksulluk Asya ve Afrika kıtalarının belirli bölgeleri dışında yok denecek
kadar azaldı. Bugün orta ve yüksek gelir düzeyine sahip ülkelerde yoksulluk
başka anlamlar ifade ediyor.
Yine insanların dünya görüşlerine ve
dini inanışlarına bağlı olarak yoksulluk ve eşitsizliklere ilişkin tutumları da
birbirine taban tabana zıt olabiliyor. Örneğin kimileri toplum içindeki
yoksulluk ve eşitsizlikleri kabul edilemez bulurken ve ortadan kaldırılmaları
gerektiğini savunurken, kimileri “doğal” olgular veya değiştirilemez gerçekler olarak
kabul edebiliyor.
YOKSULLUK VE EŞİTSİZLİK KAVRAMLARININ HALK SAĞLIĞI LİTERATÜRÜNE GİRİŞİ
Kuşkusuz yoksulluk ve eşitsizlikler
ile sağlık arasındaki ilişkiler, örneğin toplum içinde maddi durumu daha iyi
olanların yoksullara göre daha sağlıklı ve uzun bir yaşam sürdürdükleri bilgisi
çok yeni değil. Ancak bu ampirik bilginin, “bilimsel” bilgi haline gelmesi on
dokuzuncu yüzyılda gerçekleşti.
Birçokları tarafından halk sağlığı
disiplininin kurucusu olarak kabul edilen Alman hekim Johann Peter Frank, 1790
yılında Pavia Üniversitesi’nde düzenlenen bir mezuniyet töreninde yaptığı
“Halkların sefaleti: yoksullukların anası” başlıklı konuşmasında ilk kez
yoksulluğun hangi mekanizmalar üzerinden hastalıklara yol açtığını açıklamıştı.
Halk sağlığı camiasında sağlıkta
eşitsizlikler konusu da hemen hemen aynı dönemde tartışılmaya başlandı. İlk
olarak bir Fransız hekim, Louis René Villermé, Paris’i oluşturan ilçeler
arasındaki mortalite (ölüm) hızı farklılıklarını analiz ederek, mortalite
hızının yoksulların yoğun olarak yaşadığı ilçelerde, zengin ilçelere göre daha
yüksek olduğunu “bilimsel olarak” ortaya koydu.
Hemen birkaç yıl sonra, bu kez
İngiltere’den bir hukukçu, Edwin Chadwick, İngiltere’nin çeşitli kentlerinde
ortalama ölüm yaşlarını mesleklere göre analiz ederek, sosyal sınıflar arasında
mortalite bakımından iki katı aşan eşitsizlikler olduğunu rapor etti.
Bu dönemde yoksulluk ve sağlıkta eşitsizliklerin nedenlerine ilişkin ilk değerlendirmeler bir Alman düşünür, Friedrich Engels’den ve yine bir Alman hekim Rudolf Virchow’dan geldi. Her ikisi de sağlıkta eşitsizliklerin nedenlerini, insanların maddi yaşam ve çalışma koşullarına, risklere farklı düzeylerde maruz kalmalarına ve riskler karşısında farklı kırılganlıklara / yatkınlıklara sahip olmalarına bağladılar.
Engels, 1845 yılında yayınlanan “İngiltere’de
Emekçi Sınıfların Durumu” başlıklı kitabında, emekçi sınıflar arasında oldukça
yaygın olan hastalıkların ve vakitsiz ölümlerin nedenlerinin üretimin
örgütlenmesinde, diğer bir deyişle üretimin kar güdüsüyle yapılmasında ve
toplumsal çevrede veya sosyal ilişkilerde aranması gerektiğini savunuyordu.
Bir bakıma Engels’in düşüncelerini
tıbba tercüme eden Rudolf Virchow ise 1848 yılında kaleme aldığı “Yukarı
Silezya Tifüs Salgını Raporu”nda, toplumun bütün kesimlerini değil, yalnızca
dezavantajlı grupları şiddetli etkileyen salgınları “yapay salgınlar” olarak tanımlıyor
ve toplumun ekonomik, politik ve sosyal örgütlenmesinin kusurları olarak
gösteriyordu.
Sanayi devrimiyle birlikte toplum
içinde etkili bir güç haline gelen işçi sınıfının on dokuzuncu yüzyılda
Avrupa’da yürüttüğü ekonomik (sendikal) ve politik mücadeleler meyvelerini
yirminci yüzyılın başlarında vermeye başladı. İlk olarak Almanya’da yürürlüğe
giren sosyal güvenlik reformları kısa sürede Avrupa’nın birçok ülkesine
yayıldı. İşçilerin ve emekçilerin gündelik çalışma ve yaşam koşulları, Charles Dickens
gibi yazarların romanlarında tasvir ettiği koşullarla kıyaslanamayacak ölçüde
iyileşti.
Bu gelişmelere paralel olarak tıpta, özellikle
mikrobiyoloji alanında önemli buluşlar gerçekleştirildi. Louis Pasteur ve
Robert Koch’un açtığı yoldan ilerleyen tıp, dönemin en önemli sağlık sorunları
olan bulaşıcı ve salgın hastalıkları geriletmeyi başardı. Bu sorunlar giderek
Avrupa için “halk sağlığı sorunu” olmaktan çıktı.
İlerleyen yıllarda, önce 1917 Ekim
Devrimi ile Sovyetler Birliği’nde, daha sonra 1940’lı yıllarda İngiltere’den
başlayarak Avrupa’nın birçok ülkesinde ve 1960’larda Türkiye’de sağlık
hizmetleri sosyalleştirildi. İnsanların sağlık hizmetlerine erişimi önündeki
engeller büyük ölçüde ortadan kaldırıldı.
Yirminci yüzyılda Avrupa’da nüfusun tamamına
yakınını kapsayan güçlü sosyal güvenlik sistemlerinin kurulması, toplumun
yoksul ve dezavantajlı kesimlerini kayıran bir sosyal devlet anlayışının
benimsenmesi ve emekçi sınıfların çalışma ve yaşam koşullarının
iyileştirilmesiyle toplum içindeki sosyoekonomik eşitsizlikler azalırken, halk
sağlığı tedbirlerinin de yaygınlaşmasıyla sağlıkta eşitsizlikler büyük ölçüde
azaldı. Bebek ölümlerinin azalması sayesinde ortalama ölüm yaşı yükselirken,
doğuştan yaşam beklentisi ikiye katlandı.
1970’li yıllar Avrupa’da “sağlığın
belirleyicileri” üzerine tartışmaların yoğunlaştığı yıllar oldu. Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ) tarafından 1948 yılında kabul edilen sağlık tanımı üzerinden
yürütülen bu tartışmalarda, sağlık durumunu belirleyen faktörler arasında
biyoloji / genetik, çevre, yaşam tarzı ve sağlık hizmetlerine erişim öne
çıkıyordu. Bu faktörlerin sağlığı hangi oranlarda etkilediği tartışılıyordu.
Bazıları genetik ve biyoloji ile sağlık hizmetlerine erişimin daha belirleyici
olduğunu savunurken, diğerleri barınma ve beslenme gibi maddi yaşam
koşullarının iyileştirilmesine vurgu yapıyorlardı.
1980’li yıllarda sağlık durumunu
belirlediği düşünülen faktörler arasında biyoloji / genetik ve sağlık
hizmetlerine erişim faktörleri geri plana itilirken, çevresel ve sosyoekonomik faktörler
öne çıkmaya başladı. Bu süreçte yirminci yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da ve
gelişmiş sanayi ülkelerinde gündemden düşen sağlıkta eşitsizlikler konusu,
1980’lerde hiç beklenmedik bir şekilde yeniden gündeme geldi.
İngiltere’de 1980 yılında yayınlanan “Black
Raporu”, toplumun sağlık durumu “genel olarak” iyileşirken, sosyal sınıflar
arasında sağlıkta eşitsizliklerin azalmadığını, aksine daha da arttığını ortaya
koyuyordu. Öyle ki, 1930’ların başında “en alttakiler” ile “en üsttekiler”
arasında sadece 1,2 kat olan mortalite hızı farkı, 1980’lerde 3 kattan daha
fazla artarak 2,9 katına ulaşmıştı.
Bu yıllarda yine İngiltere’de 1960’lı
yılların sonlarında başlatılan Whitehall çalışmalarının ilk sonuçları alınmaya
başladı. Kamu görevlileri arasında morbidite ve mortalitenin dağılımını
inceleyen araştırmacılar, hiç beklenmedik bir bulguyla karşılaştılar:
Hastalıkların ve ölümlerin dağılımı
sistematik şekilde bir toplumsal gradyan (toplumsal yokuş) gösteriyordu. Yani
insanların sosyoekonomik durumları ile sağlık durumları arasında, sosyoekonomik
durum iyileştikçe sağlık durumunun da iyileştiği bir ilişki vardı. Daha sonra
başka ülkelerde yapılan araştırmalar da benzer sonuçlar verdi.
İngiliz kamu görevlileri arasındaki
sağlık durumu farklılıklarının, barınma veya beslenme koşulları veya sağlık
hizmetlerine erişebilme durumları gibi “geleneksel” risk faktörleriyle
açıklanabilmesi mümkün değildi.
Bu durum halk sağlığı disiplininde
yeni tartışmalara yol açtı. On dokuzuncu yüzyıldan kalma çözümlemeler
terk edilerek, yoksulluk ve sağlıkta eşitsizlikler yeniden tanımlanmaya
başlandı.
MUTLAK YOKSULLUK, GÖRELİ YOKSULLUK
Bugün sadece tıp ve halk sağlığı
çevreleri değil, Dünya Bankası ve OECD gibi ekonomik kurumlar da yayınlarında
yoksulluk ile sağlık arasındaki ilişkilere geniş yer veriyorlar. Örneğin OECD,
“Yoksulluk ve Sağlık” başlıklı yayınında, yoksulların zenginlerden daha
sağlıksız bir yaşam sürdüğünü ve daha kısa yaşadığını ifade ediyor. Dünya
Bankası da, OECD gibi yoksulluğun hastalıkların ana nedeni ve gereksinim
duyulduğunda sağlık hizmetine erişimin ana engeli olduğunu söylüyor. Ancak bu kurumların söz ettiği yoksulluk,
1790’da Frank’ın söz ettiği yoksulluktan çok farklı bir yoksulluk.
Geçmişte yoksulluk sözcüğü, dışarıdan
yardım almaksızın geçinememe, hatta barınma ve beslenme gibi en yaşamsal
gereksinimlerin karşılanamaması sonucu yaşamını sürdürememe tehlikesi durumunu
ifade etmek için kullanılıyordu. 1990’lardaysa yoksulluk, “mutlak” ve “göreli”
olmak üzere iki farklı kategoride ele alınmaya başlandı.
“Mutlak yoksulluk” terimi, yine geçmişte
olduğu gibi bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli asgari
standartları maddi olarak karşılayamamasını ifade ederken, uluslararası bir
standart olarak “yoksulluk sınırı” belirlenerek, daha somut bir hale getirildi.
Günümüzde mutlak yoksulluğu
tanımlamak için Dünya Bankası tarafından 2015 yılında belirlenen yoksulluk
sınırı, yani günde 1.90 doların altında gelire sahip olmak, kullanılıyor ve
geliri günde 1.90 doların altında olanlar “aşırı yoksul” olarak tanımlanıyor.
“Göreli yoksulluk” ise yaşamın temel
gereksinimlerini karşılayabilen bir insanın, toplumun ortalama yaşam
standardının altında bir yaşam sürdürmesini ifade ediyor. Burada da genellikle
bir ülkedeki ortanca gelirin yüzde 40, 50 veya 60’ının altında bir gelire sahip
olanlar, “göreli yoksul” olarak tanımlanıyorlar.
Şüphesiz günümüzde “mutlak yoksulluk”
sorunu tamamen ortadan kalkmış değil ve sağlık üzerine yalnızca hastalıklara
değil aynı zamanda sakatlıklara ve ölümlere de yol açan doğrudan etkileri devam
ediyor. Örneğin 23 Eylül 2021’de New York’da gerçekleştirilen Gıda Sistemleri
Buluşması’nda konuşan Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı yöneticisi David
Beasley, günümüzde hala “açlık” nedeniyle veya açlıkla ilişkili nedenlerle
saatte bin, günde 24 bin ve yılda 9 milyon insanın öldüğünü söyledi.
Diğer yandan “göreli yoksulluk” ile
açıklanan sağlık eşitsizlikleri de, hiç azımsanacak gibi değil. Örneğin dünya
üzerinde milli gelir sıralamasında en üst sırada yer alan, fakat aynı zamanda
gelir eşitsizliğinin de çok yüksek olduğu ABD’nin New Orleans kentinde,
Iberville semtinde doğan bir bebeğin yaşam beklentisi, Naverre semtinde doğan
bir bebeğinkinden 25 yıl daha fazla.
Yine bugün ABD ile kıyaslandığında
“sosyal devlet” olarak kabul edilebilecek İngiltere’nin Edinburgh şehrinde,
birbirinden yalnızca iki mil uzakta bulunan Bankhead ve Balgreen metro
durakları arasında doğuştan yaşam beklentisi bakımından erkekler için 11 ve
kadınlar için 8 yıl fark var.
Uluslararası doğuştan yaşam
beklentisi kıyaslamalarında ise farklılıklar ya da eşitsizlikler çok daha büyük
rakamlara erişebiliyor. Örneğin bugün Hong Kong’da doğan birinin doğuştan yaşam
beklentisi ortalama 85 yıl iken, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde doğan birininki
sadece 54 yıl.
TOPLUMSAL YOKUŞ, TOPLUMSAL MESAFE, SAĞLIK AÇIĞI
Toplumsal yokuş kavramı, bir toplumda
bireylerin sosyoekonomik durumları ile sağlık durumları arasındaki ilişkiyi
ifade etmek için kullanılıyor ve genellikle gelir, meslek veya eğitim düzeyi gibi
değişkenler kullanılarak ölçülebiliyor. Halk sağlığı camiası içinde toplumsal
yokuşun nedenlerine ilişkin üç farklı açıklama var:
Maddeci / yapısal açıklama, diğer açıklamalardan yoksunluklara vurgu yapmasıyla
ayrılıyor. Buna göre toplum içinde daha alt sosyoekonomik konumlarda yer alan
sosyal gruplar, fiziksel çevrenin olumsuz etkilerine daha fazla maruz kalırlar
(olumsuz barınma, beslenme, eğitim, istihdam vb koşulları) ve
gereksindiklerinde sağlık hizmetlerine erişimleri daha kısıtlıdır. Toplumsal
yokuşun başlıca nedeni budur.
Birçok bilimsel çalışma maddeci /
yapısal açıklamayı destekliyor. Örneğin esas olarak toplumun düşük sosyoekonomik
kesimlerine hitap etmesi beklenen sağlığı koruyucu ve geliştirici müdahalelerden,
paradoksal biçimde toplumun üst sosyoekonomik kesimlerinin daha çok yararlanabildikleri
birçok yerde ortaya kondu. İlk olarak Hart tarafından ortaya atılan “tersine
bakım yasası” (inverse care law), sağlık hizmetlerinin en çok, bu hizmetlere en
az gereksinimi olanlara gittiğini ifade ediyor.
Davranışsal / yaşam tarzı açıklaması düşük
sosyoekonomik konumlarda yer alanların, maddi / yapısalcı açıklamada ifade edilen
yoksunluklar nedeniyle değil, daha çok sağlıkla ilişkili olumsuz davranışlar
(tütün kullanmak, kötü gıdalarla beslenmek vb) geliştirdiklerinden /
sergilediklerinden daha sağlıksız olduğunu savunur. Ancak sağlıksız
davranışların bireylerin kişisel tercihleri olmadığı, bu davranışların da
toplumsal olarak belirlendiği son yıllarda birçok araştırmayla ortaya kondu ve daha
çok “mağduru suçlar” nitelikteki bu açıklama çok rağbet görmüyor.
Psikososyal açıklama esas olarak maddi / yapısalcı açıklamanın kimi açıklarını kapatarak bu
alanda kapsamlı bir kavramsal çerçeve oluşturuyor. Psikososyal açıklama, maddi
/ yapısalcı açıklamada sağlıksızlıkların belirleyicisi olarak ortaya konan
sosyoekonomik koşulların, aslında sağlıksızlıkların içinde geliştiği “bağlamları”
oluşturduğunu ileri sürüyor. Bu sosyal ve ekonomik koşullar (bireyin maddi
yaşam ve çalışma koşulları), davranışsal ve psikobiyolojik mekanizmalar
üzerinden bireylerde sağlıksızlıkla / hastalıkla sonuçlanıyor. Gerçekten de strese
uzun süre maruz kalmanın psikobiyolojik
mekanizmalarla kortizol üzerinden endokrin ve immün sistemlere etkileri birçok
çalışmada ortaya kondu.
Toplumsal mesafe, bireylerin, toplumsal katmanların ve toplumsal sınıfların birbirleriyle
olan hiyerarşik ilişkilerini anlatan bir kavram. Bu kavram özellikle sağlığın
psikolojik ve sosyal yönlerini
kavramakta çok önemli. Navarro toplumsal mesafe kavramını şöyle açıklıyor:
Yılda 12 bin dolar kazanan bir Amerikalı
“yoksulun” doğuştan yaşam beklentisi, yılda 9 bin dolar kazanan bir “orta
sınıf” Ganalınınkinden iki yıl daha kısadır. Oysa Amerikalı yoksul, Ganalı orta
sınıf bireyden daha fazla maddi olanağa sahiptir. Amerikalının arabası, TV
seti, büyük bir dairesi ve diğer eşyaları varken, Ganalının yoktur. Aslında
dünya tek bir toplum olarak kabul edilseydi Amerikalı yoksul, dünyanın orta
sınıf insanı ve Ganalı orta sınıf birey, dünyanın yoksulu olurdu.
Oysa Amerika’da yoksul olmak, Gana’da
orta sınıf olmaktan daha güçtür. Amerikalı yoksul için varlığının en kötü ögesi
maddi kaynak yoksunluğu değil, toplumun geri kalanıyla arasındaki toplumsal
mesafedir. Yoksul Amerikalı, toplumun beklentilerini karşılayamamış, hayatta
“başarısız” olmuş, “Amerikan Rüyasının” dışına düşmüştür. O halde patolojinin
asıl kaynağı maddi yoksunluk değil, bu “dışarıda kalmadır”. Bu güçsüzlük
duygusu ve toplumsal dışlanmışlık Amerikalı emekçiler arasındaki hastalıkların
kaynağıdır.
Navarro bu görüşünü toplumsal
bakımdan daha tutarlı olan İsveç gibi ülkelerde sağlık göstergelerinin daha iyi
olmasıyla destekliyor. Genellikle sosyal demokrat ve sosyalist partilerin
iktidarda olduğu ve güçlü bir işçi sınıfı örgütlülüğüne sahip ülkelerde
emekçiler, kendilerini Amerikalı emekçiler kadar güçsüz ve toplum dışına
atılmış hissetmiyorlar ve bu nedenle Amerikalı emekçilerden daha az maddi olanaklara sahip olsalar da,
onlardan daha sağlıklı oluyorlar.
Sağlık açığı kavramı
toplumsal yokuş ve toplumsal mesafe kavramlarıyla soyutlanan eşitsizlik
olgusunun “somut” ifadesi. Bilim insanları modern istatistik teknikleriyle
toplumun en dezavantajlı katmanının, en avantajlı katmanının sağlık
göstergelerine sahip olması halinde kaç yaşamın kurtarılabileceğini
hesaplayabiliyorlar.
Örneğin İngiltere’de 20 – 64 yaşları
arasındaki çalışan bütün erkekler profesyonel veya yönetici konumdaki tabakanın
mortalite (ölüm) hızına sahip olsalardı, 1990’ların başlarında yılda 17 bin
daha az ölüm görülürdü. Bu fazladan 17 bin ölüme sağlık açığı deniyor ve bu
açığın kapanması için çaba sarf edilmesi gerektiği vurgulanıyor.
SAĞLIĞIN TOPLUMSAL BELİRLEYİCİLERİ
1990’ların başında sağlıkta
eşitsizlikler, farklı sosyal grupların sağlık durumları arasındaki önlenebilir
/ kaçınılabilir ve haksız / adaletsiz sistematik farklılıklar olarak
tanımlandı. Birçok araştırmacı en sık kullanılan sağlıkta eşitsizlik
göstergeleri olan doğuştan yaşam beklentisi, hastalık ve ölüm istatistiklerini
kullanarak sınıflar ve toplumsal gruplar arasında karşılaştırmalar yapmaya
başladılar.
Göran Dahlgren ve Margaret Whitehead
tarafından önerilen “Gökkuşağı Modeli”, sağlıkta eşitsizlikleri sosyal
eşitsizlikler üzerinden açıklıyordu. Beş bileşenden oluşan bu modelde en dış
halkayı genel sosyoekonomik, kültürel ve çevresel koşullar oluşturuyor, bunlar
insanların çalışma ve yaşam koşullarını belirliyordu. Daha iç halkalarda yer
alan sosyal ağlar ve bireysel yaşam tarzı faktörleri biyolojik / genetik
faktörleri çevreliyordu.
Yirminci yüzyılın sonlarına doğru
hastalıklarla insanların çalışma ve yaşam koşulları arasındaki ilişkileri
ortaya koyan devasa kanıtlar karşısında, Dünya Sağlık Örgütü 2005 yılında
Sağlığın Toplumsal Belirleyicileri Komisyonu’nu (DSÖ-STBK) kurdu.
Komisyon çalışmalarını 2008 yılında
tamamlayarak, sağlıktaki eşitsizliklerin toplumdaki eşitsizlikler nedeniyle
ortaya çıktığı ve sağlıktaki eşitsizliklere insanların içinde doğduğu,
büyüdüğü, yaşadığı, çalıştığı ve yaşlandığı koşullardaki eşitsizliklerin neden
olduğu sonucuna ulaşmıştı.
İnsanları “hastalıkların değil,
eşitsizliklerin öldürdüğü” gerçeğini kanıtlarıyla gözler önüne seren Komisyon,
toplumsal eşitsizliklerin itici gücünün de güç, para ve kaynaklardaki
eşitsizlikler olduğunu ilan etti.
Vicente Navarro DSÖ’nün bu tutumuyla
“cinayeti” tarif ettiğini, fakat “katili” göstermekten kaçındığını
belirtiyordu. DSÖ güç kategorilerini (sosyal sınıf, toplumsal cinsiyet,
etnisite vb) ve politik kurumlarda gücün nasıl üretildiğini ve yeniden
üretildiğini tartışmaktan kaçınıyordu.
Bu durumda tartışma sosyoekonomik
dezavantajların veya elverişsiz maddi yaşam koşullarının sağlık üzerine olumsuz
etkileriyle sınırlı kalıyordu. Sağlığın ve hastalıkların belirleyicileri olarak
toplum içindeki gelir eşitsizliği ve sosyal sermayeye dikkat çekiliyor, fakat
bunlar genel olarak “verili durum” gibi kabul ediliyor, gelir eşitsizliğinin
nedenleri tartışılmıyordu.
DSÖ daha sonra sağlığın toplumsal
belirleyicilerine ilişkin yeni bir kavramsal çerçeve benimsedi. Buna göre
sağlık, “yapısal” (sosyoekonomik / politik bağlam ve sosyoekonomik konum) ve
“aracı” (yaşam ve çalışma koşulları, davranışsal ve biyolojik öğeler,
psikososyal etmenler ve sağlık sistemi) belirleyiciler üzerinden
belirleniyordu.
Paradigma böyle kurulduğunda sağlığı
iyileştirici eylem önerileri de tanımlanan “nedenlere” yönelik oluyor ve
“nedenlerin nedenlerine” çıkılamadığından toplumsal belirleyicilerin tarihsel
olarak koşullanmış süreçler olarak görülmesi mümkün olmuyor. Bu durumda sağlığı
iyileştirici yaklaşımlar “risk etmenlerine” odaklanıyor ve yapısal süreçler
yerine izole etmenleri değiştirecek politikalar aranmaya başlanıyor.
Oysa “nedenlerin nedenlerine”
çıkıldığında, DSÖ’nün yapısal belirleyicileri bizi Rudolf Virchow gibi doğrudan
doğruya “üretim tarzına” ve “üretim
ilişkilerine” götürür.
Tarihte sağlığın ve hastalıkların
belirleyicileri içinde “üretimin sosyal ilişkilerine” özel bir önem atfeden ilk
hekim olan Virchow’a göre insanlar doğal çevrelerine çok iyi uyum sağlamış
canlılardır. Bir hastalığın toplumun geniş bir kesimini etkilemesi ancak normal
toplumsal süreçlerin parçalanmasıyla mümkün olabilir.
Virchow bu bakış açısıyla tifüs
salgınını araştırmak üzere görevlendirildiği Yukarı Silezya’da salgının
kaynağını üretim tarzı ve üretim ilişkileri içinde aramış ve bu tür salgınların
bir daha tekrarlanmaması veya ağır sonuçlar yaratmaması için tam ve sınırsız
demokrasi, toprak reformu, devlet ve kilisenin kesin ayrımı vb. gibi değişimler
önermişti.
SAĞLIKTA EŞİTSİZLİKLER YARATAN MEKANİZMALAR
Günümüzde sağlıkta eşitsizliklerin
kaynağının, toplum içindeki sosyal ve ekonomik eşitsizlikler olduğu konusunda en
azından bilim çevrelerinde hemen herkes hemfikir. Tartışmalar daha çok sosyal
ve ekonomik eşitsizliklerin nasıl ve hangi mekanizmalar üzerinden sağlıkta
eşitsizliklere yol açtığı üzerine sürüyor.
Bu tartışmalar önemli, çünkü sağlıkta
eşitsizliklerin giderilmesi üzerine öneriler, sosyal ve ekonomik eşitsizlikler
ile sağlıkta eşitsizlikler arasındaki ilişkinin nasıl tanımlandığına göre büyük
farklılıklar gösteriyor.
Sosyoekonomik eşitsizlikler, esas
olarak üç mekanizma üzerinden sağlık sonuçları üzerine etki ederek sosyal
sınıflar arasında sağlıkta eşitsizliklere yol açıyorlar:
Maruziyet farkı:
Toplum içindeki dezavantajlı sosyal gruplar, risk faktörlerine diğer sosyal
gruplara göre daha fazla maruz kalıyorlar.
Kırılganlık farkı: Toplum içindeki dezavantajlı sosyal grupların riskler karşısındaki
kırılganlıkları, diğer sosyal gruplara göre daha yüksek.
Başa çıkabilme yeteneği farkı: Toplum içindeki dezavantajlı sosyal grupların sorunlarla
başa çıkabilme yetenekleri, diğer sosyal gruplara göre daha az.
Genellikle bu üç mekanizma
birbirleriyle sinerji içinde çalışarak, sosyal sınıflar arasında sağlık
durumunda büyük eşitsizlikler oluşmasına neden oluyorlar.
Pandemi sürecinde sağlıkta eşitsizlikler
Pandemi sürecinde sosyoekonomik
eşitsizliklerin nasıl sağlıkta eşitsizliklere yol açtığını ve sağlığın sosyal
belirleyicilerinin, bireylerin ve sosyal grupların sağlık durumunu nasıl
belirlediğini yakından görme olanağı bulduk.
Maruziyet farkı: Pandeminin ilk aylarında hastalık etkeninin insanlara nasıl bulaştığının
anlaşılmasıyla birlikte, insanların virüse maruziyetini azaltmak amacıyla halk
sağlığı tedbirleri alınmaya başlandı. Ancak toplum içindeki farklı sosyal
sınıfların “maske, mesafe ve temizlik” şeklinde formüle edilen tedbirlere uyumu,
dolayısıyla bu tedbirlerin farklı sosyoekonomik gruplardaki etkisi noktasında
büyük farklılıklar görüldü.
Daha salgının ilk aylarında medyada
“ultra zengin” Amerikalıların kendilerini izole edebilmek, hastalık etkenine
maruz kalmamak için, Yeni Zelanda’da daha önceden inşa ettirdikleri yeraltı
sığınaklarına akın ettiklerine ilişkin haberler görülmeye başladı. Şüphesiz
maddi olanakları elvermeyen birçok Amerikalı Yeni Zelanda’daki sığınaklara
kaçamayıp, sosyal mesafe kurallarının uygulanamadığı işyerlerinde ve toplu
taşıma araçlarında hastalık etkenine maruz kaldılar.
Aslında zenginlerin bulaşıcı
hastalıklardan korunmak için daha güvenli yerlere gitme “geleneği” yüzyıllar
öncesine dayanır. 14. yüzyılda Floransa’da veba salgını başladığında da,
zenginler Toskana’daki yazlıklarına kaçmış, hastalık etkenine maruz kalmaktan
kurtulmuşlardı. Yazar Boccaccio ünlü eseri Dekameron’da salgın sırasında
Floransa’dan kaçan zenginlerin öyküsünü anlatır. Tabii o zaman da bütün
Floransalılar şehirden kaçamamışlardı.
Salgın sürecinde insanların virüse
maruziyetlerini azaltmak amacıyla yine bir halk sağlığı tedbiri olarak “evden
çalışma” düzenlemesine gidildi, fakat bu noktada da sosyal sınıflar arasında
büyük farklılıklar yaşandı. ABD’de yıllık geliri 180 bin doların üzerinde
olanların yüzde 71’i evden çalışabilirken, yıllık geliri 24 bin doların altında
kalanların yalnızca yüzde 41’i bu olanaktan yararlanabildi.
Kırılganlık farkı: Pandeminin ilk aylarında bilim insanları COVID 19’un bağışıklık sistemi
zayıf düşenler ile kronik hastalıkları bulunanları daha olumsuz etkileyeceğini
açıklamışlardı. Bu haber, toplum içinde sosyoekonomik durumu iyi olmayanlar için
kötü bir haberdi. Çünkü kronik hastalıkların toplum içinde düşük sosyoekonomik
kesimlerde daha yaygın olduğu biliniyordu. Bu durum yoksulları salgın
karşısında daha kırılgan kılacaktı.
Örneğin Avusturalya’da akciğer
kanseri insidansı toplumun en zengin kesimleri arasında yalnızca yüz binde 31
kadarken, en yoksul kesimler arasında yüz binde 54’e yükseliyordu. Brookings
Enstitüsü’nün yayınladığı başka bir araştırma, ABD’de yıllık geliri 24 bin
doların altında kalanlar arasında, yıllık geliri 180 bin doların üzerinde olanlara göre, kronik
solunum sistemi hastalıklarının 6 kat ve diyabet insidansının 3 kat daha fazla
olduğunu ortaya koydu.
Başa çıkabilme yeteneği farkı: Pandemi sürecinde hastalıkla başa çıkabilme noktasında ulusal
ve uluslararası düzeylerde çok büyük farklılıklar yaşandı. Hastalığa karşı
koruyucu etkisi kanıtlanmış aşılara erişim konusunda yaşanan eşitsizlikler hala
sürüyor. Güvenli ve etkili olduğu kanıtlanmış aşıların uygulanmaya başlamasının
üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, çoğu Afrika kıtasında bulunan yoksul
ülkelerin halkları maddi nedenlerle aşıya erişemiyor.
Zenginler pandeminin yol açtığı maddi
zararlarını kısa zamanda telafi ederken, yoksullar eskisinden çok daha kötü bir
duruma düşüyor. Oxfam tarafından yapılan bir çalışmada en zengin bin
milyarderin servetinin pandemi öncesindeki düzeyine çıkmasının yalnızca dokuz
ay sürdüğü, fakat yoksulların durumunun düzelmesi için en az 10 yıl gerektiği
belirtiliyor.
Afetlerde sağlık eşitsizlikleri
Sosyoekonomik eşitsizlikler sel veya
deprem gibi afet durumlarında da aynı mekanizmalar üzerinden yoksul kesimleri sağlık
yönünden daha olumsuz etkiliyor. Sosyal ve ekonomik bakımdan daha eşitsiz olan toplumlar,
sosyal olarak da daha kırılgan toplumlar olarak tanımlanıyor. Sosyal kırılganlık,
toplumun sosyal ve ekonomik bakımdan dezavantajlı kesimlerini afetlerin yıkıcı
etkilerine daha açık, daha kırılgan hale getiriyor. Toplum içindeki sosyal ve
ekonomik eşitsizlikler ne kadar büyükse, afetlerin etkisi o kadar yıkıcı oluyor.
Maddi olanaksızlıklar nedeniyle
yerleşim yerlerinin göreli “ucuz” bölgelerine itilen yoksullar, otoyollara,
sanayi sitelerine, çöplüklere, dere yataklarına veya bataklık alanlara yakınlık
gibi bu bölgeleri “ucuzlatan” çevresel risklere daha fazla maruz kalıyorlar.
Daha kalitesiz malzemelerle inşa edilen yapılarda yaşamak zorunda kalan
yoksullar, olası sel veya deprem riskleri karşısında daha kırılgan hale
geliyorlar.
Sosyal ve ekonomik eşitsizlikler,
yoksulların afetlerin olumsuz etkileriyle başa çıkabilme yeteneklerini önemli
ölçüde kısıtlıyor. Zenginler devlet üzerindeki güçlü etkileri sayesinde çeşitli
vergi avantajlarıyla yalnızca kendilerini daha kısa sürede toparlamakla kalmıyor,
aynı zamanda afetin getirdiği yükleri yoksulların üzerine yıkarak, yoksulların durumunu
daha da ağırlaştırıyorlar.
İzmir depreminde sağlıkta eşitsizlikler
30 Ekim 2020’de Samos adasının 13
kilometre kuzeyinde 7 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Depremin en
şiddetli etkileri, deprem merkezinden 65 kilometre uzakta bulunan Bayraklı
bölgesinde hissedildi ve 115 yaşam yitirildi. Depremden İzmir’deki binaların
yüzde 4’ü etkilendi, fakat sadece 6 tanesi yıkıldı.
Yapılan incelemelerde depremin en
şiddetli vurduğu bölgenin, İzmir’de toprak dokusunun en gevşek olduğu ve
kesinlikle yüksek katlı yapıların inşa edilmesine izin verilmemesi gereken bir
bölge olduğu görüldü. Buradaki binalar 1990’lı yıllarda, fakat 1975 yılının
1990’larda geçerliliğini yitirmiş imar mevzuatına göre yapılmışlardı.
Yine incelemelerde bazı zemin
katlarda binaların güvenliğini tehlikeye sokacak değişiklikler yapıldığı
(kolonlar kesilmiş) ve inşaatlarda kullanılan malzemelerin kalitesiz olduğu
tespit edildi. Bütün bunlar bir araya geldiğinde, depremin merkezine sadece 13
kilometre uzaklıkta bulunan Samos adasında hiçbir can kaybı yaşanmazken,
Bayraklı’da 115 yurttaş yitirildi.
21. YÜZYILDA SOSYOEKONOMİK EŞİTSİZLİKLER ARTTI
1980’li yıllardan itibaren dünyaya neoliberal
politikaların egemen olmasıyla birlikte, yirminci yüzyılda sosyal devlet
uygulamalarıyla geriletilebilen sosyoekonomik eşitsizlikler hızla artmaya
başladı. 2021 başında yayınlanan bir Oxfam Raporu, dünyanın en zengin yüzde
1’lik dilimine giren zenginlerin servetinin, geri kalan yüzde 99’ununkinden
fazla olduğunu açıkladı.
Rapora göre dünyanın en zengin 2.153
milyarderinin serveti, 4,6 milyar insanınkinden daha çok. Diğer yanda ise dünya
nüfusunun yüzde 9’unu oluşturan 735 milyon insan, Birleşmiş Milletler
tarafından “aşırı yoksulluk sınırı” olarak tanımlanan günde 1,9 dolardan daha
az bir gelire sahip.
Gelir eşitsizliği toplumların bütün
katmanlarına yayılmış durumda. Dünya nüfusunun yüzde 53’ü günde 2 – 10 dolar,
yüzde 23’ü 10 – 30 dolar, yüzde 13,5’i 30 – 100 dolar düzeyinde bir gelire
sahipken, dünya nüfusunun 1,5’ini oluşturan 120 milyon zengin günde 100 doların
üzerinde kazanıyor.
Dahası gelir eşitsizlikleri her yıl daha
da artıyor. 2021 yılı Eylül ayı itibariyle dünyanın erişkin nüfusunun yüzde
1,1’i toplam servetin yüzde 45,8’ine, yüzde 55’i ise yüzde 1,3’üne sahip.
2021 Aralık ayında yayınlanan Dünya
Eşitsizlik Raporu’na göre 2021 yılında milyarder sayısı rekor kırarken,
milyarderlerin toplam serveti bir yıl öncesine göre yüzde 75 artmış.
Rapora göre en zengin yüzde 10 toplam
gelirlerin yüzde 52’sini alıyor ve servetin yüzde 76’sına sahip.
Diğer yandan günde 1,9 doların
altında gelirle aşırı yoksulluk çeken 735 milyon insanın yeryüzündeki
dağılımına bakıldığında, aşırı yoksulların önemli bir bölümünün Afrika
kıtasında, Hindistan’da ve Orta Asya’da yaşadıkları görülüyor. Ancak aşırı
yoksulluk olgusu bu ülkelerle sınırlı değil. ABD, Kanada, İngiltere ve
Avustralya gibi zengin ülkelerde de nüfusun göreli küçük de olsa bir bölümünün
aşırı yoksulluk içinde yaşadığı görülüyor.
Ülkeler milli gelirlerine göre
sıralandıklarında, en zengin yedi ülke (sırasıyla ABD, Çin, Japonya, Almanya,
Hindistan, İngiltere ve Fransa) içinde, sadece Almanya ve Fransa’da aşırı
yoksul nüfusun göreli olarak ihmal edilebilir düzeyde kaldığını görüyoruz. Oysa
milli gelir sıralamasında 11. olan Rusya, 18. olan Hollanda, 24. olan Belçika,
42. olan Finlandiya ve 105. olan İzlanda nüfusları içinde de aşırı yoksullar
ihmal edilebilir düzeyde.
Nüfusları içinde aşırı yoksulluk
sınırı altında yaşayanların ihmal edilebilir düzeyde olduğu ülkelere
bakıldığında, bu ülkelerin ortak paydalarının milli gelirleri içinde kamusal
sosyal harcamalarının göreli yüksek olması dikkat çekiyor. Fransa, Belçika ve
Finlandiya milli gelirlerinin neredeyse üçte birini sosyal harcamalara
ayırırken, Almanya dörtte birini, İzlanda ve Hollanda da beşte bire yakın
bölümünü ayırıyor. Ancak yirminci yüzyılın “sosyal devletinden” arta kalanlar, eşitsizliklerin
tırmanmasını önleyemiyor.
Kuşkusuz sosyoekonomik
eşitsizliklerdeki bu hızlı tırmanışın sağlık sonuçlarını önümüzdeki yıllarda
daha yoğun hissedeceğiz. Bunun işaretlerini bugünden görmek mümkün. Örneğin İngiltere’de
2021 Mart’ında Ulusal İstatistik Ofisi’nin yayınladığı “İngiltere’de
Kaçınılabilir Mortalitede Sosyoekonomik Eşitsizlikler – 2019” başlıklı bir
bültende, 2001 – 2019 arasında hem erkeklerde, hem de kadınlarda kaçınılabilir
mortalitenin az da olsa azaldığı, fakat zenginler ile yoksullar arasındaki
mortalite farkının azalmadığı görülüyor.
Kaçınılabilir ölümler İngiltere’nin
en yoksul bölgelerinde erkekler için tüm ölümlerin yüzde 39,2’sini
oluştururken, en zengin bölgelerinde yüzde 17,5’ini oluşturuyor. Diğer bir
deyişle zenginler ile yoksullar arasında kaçınılabilir ölümler bakımından iki
kattan daha fazla bir fark bulunuyor.
Yine Ekim 2021’de İngiltere’de Kamu
Politikaları Araştırma Enstitüsü’nün yayınladığı bir raporda “İngiltere’de
sağlıkta eşitsizlikler yaygın ve yaygınlaşıyor” ifadesi dikkat çekiyor. Raporda
bugün İngiltere’nin en yoksul bölgesinde doğan bir çocuğun yaşam beklentisinin,
en zengin bölgesinde doğan çocuğunkinden 10 yıl daha kısa olduğu belirtiliyor.
2017 – 2019 yıllarını kapsayan bir
çalışmada İngiltere’de hem kadınlarda, hem de erkeklerde zenginler ile
yoksullar arasında yalnız doğuştan yaşam beklentisi bakımından değil, aynı
zamanda sağlıklı geçirilen yaşam yılları bakımından da büyük eşitsizlikler olduğu
ortaya konuyor.
Şüphesiz dün olduğu gibi bugün de
eşitsizlikler üzerine tartışmalarda tarafların ideolojik duruşları ve toplum
tahayyülleri büyük rol oynuyor. Toplumu insan bedeni gibi farklı parçalardan
oluşan bir “bütün” olarak kabul eden Durkheimcı – Weberci ideolojileri
benimseyenler, toplumun bütün üyelerinin çıkarlarının “ortak” olduğu
düşüncesiyle eşitsizliklerin bütün topluma zarar verdiğini savunurken, toplumun
çıkarları birbirine taban tabana zıt sınıflardan oluştuğunu kabul eden maddeci ideolojileri
benimseyenler, eşitsizliklerden topluma egemen sınıfları sorumlu tutuyorlar.
HEPİMİZ AYNI GEMİDEYİZ
Toplumu bütün üyeleri tasada ve kıvançta
bir gören ideolojileri benimseyenler, toplumsal sorunları genellikle “gemi
metaforu” ile açıklamaya çalışıyorlar. “Hepimiz aynı gemideyiz, gemi batarsa
hepimiz batarız” deyişi, bir toplum içinde herkesin aynı kaderi paylaştığını ve
iyi ya da kötü başlarına gelebilecek her şeyden herkesin eşit etkileneceğini
ifade etmek için kullanılıyor.
Oysa herkes aynı gemide olsa bile,
eğer gemiyi paylaşanlar arasında sosyal ve ekonomik farklar varsa, gelişen
olaylar herkesi aynı şekilde etkilemiyor. Bunun en bilinen örneklerinden biri
Titanik faciasıdır.
Titanik gemisi 1911 yılında denize
indirildiğinde dünyanın en büyük yolcu gemisiydi. 15 Nisan 1912’de bir buz
dağına çarparak batan gemide 1.316 yolcu ve 908 mürettebat olmak üzere toplam
2.224 insan bulunuyordu.
Kazada 1.514 kişi yaşamını
yitirirken, 710 kişi kurtulmayı başardı. Bu veri üzerinden kazada gemidekilerin
üçte ikisinin yaşamını yitirdiği, diğer bir deyişle mortalite (ölüm) hızının
yüzde 68 olduğu söylenebilirdi. Fakat mortalite hızı yolcu sınıfları ve
mürettebata göre hesaplandığında, mortalite hızının lüks kamaralarda yolculuk
yapanlar arasında yüzde 38’de kaldığı, mürettebat arasında ise yüzde 77’ye
çıktığı görülüyordu.
Gerçekten de Titanik’in lüks
kamaralarında yolculuk yapanlar ile gemi mürettebatı aynı gemideydi, fakat
geminin tahliyesinde öncelik lüks kamaralarda yolculuk yapanlara verildiğinden,
mürettebat arasındaki ölüm hızı, lüks kamaralarda yolculuk yapanlarınkinin iki
katından daha yüksek oldu.
Sağlıkta da durum farklı değil. Bireyler
ve sosyal gruplar arasındaki sosyal ve ekonomik farklılıklar, sağlıkta
eşitsizliklere kaynaklık ediyor. Örneğin 2020 yılında COVID 19 salgını
başladığında Türkiye’de ve yurt dışında virüsten herkesin “eşit” etkilendiğine,
herkesin “aynı gemide” olduğuna ilişkin yazılar yayınlandı.
ABD’de Tufts Üniversitesi’nden Lima
Halima-Ahmad “COVID 19 ayrımcılık yapmıyor” başlıklı makalesinde “Tom Hanks ve eşi Rita Wilson’ın pozitif
çıkması, hiçbir süper starın – hatta hiçbir süper kahramanın – güvende olmadığını
anımsattı” diyordu. Başka bir haberde de, “açıkçası, COVID 19 gerçekten
kimsenin gelirini, nüfuzunu, zenginliğini veya sağlık hizmetlerine erişimini
umursamıyor” deniyordu.
Türkiye’de de bir yazar koronavirüsün
herkese “eşit” bir şekilde ulaşmaya çalıştığını, mevki, makam, zengin, fakir
ayırmadığını söyleyerek, “koronavirüs komünist mi” diye soruyordu. Yine başka
bir yazar, biraz kıskançlık kokan “Bu virüs zengin yoksul ayırmıyor” başlıklı
yazısında, “Ejder meyvesi, çörek otu özü gibi çok pahalı yiyecekleri yiyenleri
de virüs yerle bir edecek gibi. Belki de bu virüsün tek olumlu yanı zengin
fakir ayırmayışı, herkesi saklandığı yerde bulması!” diyordu.
Oysa gerçekler hiç de göründüğü gibi
değildi. ABD’de 2020 yılında COVID 19 nedeniyle ölen 25 – 64 yaş grubundan
69.001 kişinin yüzde 68’inin “işçi sınıfı” kökenli olduğu ortaya çıktı.
Şili’nin başkenti Santiago’da yapılan bir çalışma, COVID 19’a atfedilen
ölümlerin özellikle toplumun en alt yüzde 20 ve yüzde 40’lık dilimlerinde
yoğunlaştığını ortaya koydu.
Aslında bu tablo daha 2020 Mayıs’ında
İngiltere’den gelen verilerde apaçık görülebiliyordu. Ulusal İstatistik Ofisi,
İngiltere’nin en zengin bölgelerinde COVID 19 mortalite hızının yüz binde 25
olduğunu, buna karşılık en yoksul bölgelerinde bunun iki katından daha yüksek
(yüz binde 55) bir hıza ulaştığını bildiriyordu.
SONUÇ
Özetleyecek olursak,
1. Sağlıkta eşitsizlikler, farklı
sosyoekonomik grupların sağlık durumu arasındaki kaçınılabilir ve haksız
farklılıkları ifade eder.
2. Sağlık hizmetlerine erişim,
sağlığın sosyal belirleyicilerinden yalnızca bir tanesidir ve sağlık durumu
üzerinde sınırlı bir etkisi vardır.
3. Bireylerin yaşam tarzı ve
davranışlarının sağlık durumları üzerinde mutlaka belirli bir etkisi vardır,
fakat bireylerin yaşam tarzı ve davranışlarına ilişkin seçimlerini de büyük
ölçüde sosyal, ekonomik ve politik belirleyiciler koşullandırır.
4. Günümüzde geçmişte sağlık üzerine
doğrudan etkileri kolayca gözlenebilen mutlak yoksulluk azalmış (yok olmamış),
ancak göreli yoksulluk yaygınlaşmıştır ve göreli yoksulluğun da sağlık üzerinde
olumsuz etkileri vardır.
KAYNAKLAR
Akalın, A. (2013). Toplumcu Tıbba
Giriş: Toplumcu Tıp Ders Notları. İstanbul: Yazılama.
Akalın, A. (2015). Sağlığa ve
Hastalığa Toplumcu Yaklaşım. İstanbul: Yazılama.
Amoros, R. (2018). World Poverty Map
- How Many People Live in Extreme Poverty by Country. Howmuch.net. https://howmuch.net/articles/people-living-in-extreme-poverty-2018 (Erişim: 27 Kasım 2021).
Australian Institute of Health and
Welfare. (2020). Health across socioeconomic groups. AIHW. Australian Government. https://www.aihw.gov.au/reports/australias-health/health-across-socioeconomic-groups (Erişim: 27 Kasım 2021).
BBC News. (2020). Coronavirus: Higher
death rate in poorer areas, ONS figures suggest. https://www.bbc.com/news/uk-52506979 (Erişim: 27 Kasım 2021).
Bambra, C., Riordan, R., Ford, J.,
Matthews, F. (2020). The COVID-19 pandemic and health inequalities. J Epidemiol
Community Health, 74(11): 964 – 968.
Barlow, N. (2017). Edwin Chadwick’s study
175 years on still rings true- Where you live still determines your life
expectancy. About Manchester. https://aboutmanchester.co.uk/edwin-chadwicks-study-175-years-on-still-rings-true-where-you-live-still-determines-your-life-expectancy/ (Erişim: 27 Kasım 2021).
Bartley, M. (2004). Health
inequality: An introduction to theories, concepts and methods. Cambridge:
Polity Press.
van Bavel, B. ve Scheffer, M. (2021).
Historical effects of shocks on inequality: the great leveler revisited.
Humanit Soc Sci Commun 8: 76. https://doi.org/10.1057/s41599-021-00763-4.
Blackburn, C. (1991). Poverty and
health. Working with families. Open University Press.
Butler,
D.A. (1998). Unsinkable: Story of RMS Titanic. Mechanicsburg, PA: Stackpole
Books.
Chancel, L.,
Piketty, T. Saez, E., Zucman, G. (2021). World Inequality Report 2022. World
Inequality Lab.
Cutter, S.L., Boruff B.J. ve Shirley,
W.L. (2003). Social Vulnerability to Environmental Hazards. Social Science
Quarterly, 84: 242 – 261.
Dahlgren, G. ve Whitehead, M. (1991).
Policies and Strategies to Promote Social Equity in Health. Background document to WHO – Strategy
paper for Europe. Stockholm, Sweden: Institute for Future Studies.
Desmukh, A. (2021). This Simple Chart
Reveals the Distribution Of Global Wealth. 20.9.2021. https://www.visualcapitalist.com/distribution-of-global-wealth-chart/ (Erişim: 27 Kasım 2021).
Duygu, H. (2020). Bu virüs zengin yoksul ayırmıyor.
Haber.Dk. 15.3.2020. http://haber.dk/bu-virus-zengin-yoksul-ayirmiyor/20911 (Erişim: 27 Kasım 2021).
Erdik, M., Demircioğlu, M.B., Cüneyt,
T. (2020). Forensic analysis reveals the causes of building damage in İzmir in
the Oct. 30 Aegean Sea earthquake. Temblor, http://doi.org/10.32858/temblor.139 (Erişim: 27 Kasım 2021).
Haber7com. (2020). ABD'li ultra zenginler, Yeni
Zelanda'da lüks yeraltı sığınaklarına akın ediyor. https://www.haber7.com/dunya/haber/2995737-abdli-ultra-zenginler-yeni-zelandada-luks-yeralti-siginaklarina-akin-ediyor (Erişim: 27 Kasım 2021).
Halima – Ahmad, L. (2020). Covid-19
Does Not Discriminate. Retweet on TwitterCenter for Strategic Studies.
2.4.2020. https://sites.tufts.edu/css/covid-19-does-not-discriminate/ (Erişim: 27 Kasım 2021).
Irfan, U. (2021). Why are rich
countries still monopolizing Covid-19 vaccines? Vox. 9. 11. 2021. https://www.vox.com/22759707/covid-19-vaccine-gap-covax-rich-poor-countries-boosters (Erişim: 27 Kasım 2021).
Islam, SN. ve Winkel, J. (2017).
Climate Change and Social Inequality. UN
Department of Economic & Social Affairs.
DESA Working Paper No. 152
IPCC. (2014). Climate Change 2014:
Impacts, Adaptation and Vulnerability. New York: Cambridge University Press.
Kawachi, I. (2020). COVID-19 and the
‘rediscovery’ of health inequities. International Journal of Epidemiology,
49(5): 1415 – 1418.
Kelly, G. (2020). Wealth can't mask
all virus risks for the one-percenters. Independent.ie. 15.3.2020. https://www.independent.ie/style/celebrity/wealth-cant-mask-all-virus-risks-for-the-one-percenters-39045234.html (Erişim: 27 Kasım 2021).
Mackenbach, J.P. (2006). Health
Inequalities: Europe in Profile. Rotterdam: Erasmus MC.
Marmot, M. ve Shipley, MJ. (1996) Do
socioeconomic differences in mortality persist after retirement? 25 year follow
up of civil servants from the first Whitehall study. British Medical Journal,
313: 1177 – 1180.
McAuley, A., McCartney, G. ve Jones,
C. (2015). Mind the gap: inequalities in life expectancy in Edinburgh.
Conference: Faculty of Public Health in Scotland Annual Conference at: Peebles,
Scotland. https://www.researchgate.net/publication/283638088_
Mind_the_gap_inequalities_in_life_expectancy_in_Edinburgh
(Erişim: 27 Kasım 2021).
McCartney, G., Popham, F. , McMaster,
R. ve Cumbers, A. (2019) Defining health and health inequalities. Public
Health, 172: 22 – 30.
Mena, G.E., Martinez, P.P., Mahmud, A.S.,
Marquet, P.A., Buckee, C.O., Santillana, M. (2021). Socioeconomic status
determines COVID-19 incidence and related mortality in Santiago, Chile. Science,
372(6545). DOI: 10.1126/science.abg5298
OECD. (2003). Poverty and Health. DAC
guidelines and reference series. France.
OECD. (2021). Social Expenditure
Database. https://www.oecd.org/social/expenditure.htm (Erişim: 27 Kasım 2021).
ONS. (2021). Socioeconomic
inequalities in avoidable mortality in England: 2019. https://www.ons.gov.uk/peoplepopulationandcommunity/birthsdeathsandmarriages/deaths/bulletins/socioeconomicinequalitiesinavoidablemortalityinengland/2019 (Erişim: 27 Kasım 2021).
Ortakaya, İ. (2020). Virüs Komünist
mi?. Vansesi. 30.11.2020. https://www.vansesigazetesi.com/yazar/idris-ortakaya/koronavirus-komunist-mi-6553-kose-yazisi (Erişim: 27 Kasım 2021).
Oxfam International. (2021). Eşitsizlik Virüsü. Oxford, UK:
Oxfam GB.
Pathak, E. ve ark. (2021). Social
Class, Race/Ethnicity, and COVID-19 Mortality Among Working Age Adults in the
United States. medRxiv. doi: 10.1101/2021.11.23.21266759 https://www.medrxiv.org/content/10.1101/2021.11.23.21266759v1 (Erişim: 27 Kasım 2021).
Reeves, R.V., Rothwell, J. (2020).
Class and COVID: How the less affluent face double risks. https://www.brookings.edu/blog/up-front/2020/03/27/class-and-covid-how-the-less-affluent-face-double-risks/ (Erişim: 27 Kasım 2021).
Reid, M. (2013). Disasters and Social
Inequalities. Sociology Compass, 7(11): 984 – 997.
Robert Wood Johnson Foundation. (2013).
Metro Map: New Orleans, Louisiana – Infographic. https://www.rwjf.org/en/library/infographics/new-orleans-map.html (Erişim: 27 Kasım 2021).
Rosen, M. (2021). Extreme poverty:
how far have we come, how far do we still have to go? Our World in Data. https://ourworldindata.org/extreme-poverty-in-brief (Erişim: 27 Kasım 2021).
Solar, O. ve Irwin, A.A. (2010). A
Conceptual Framework for Analysis and Action on the Social Determinants of
Health. Social Determinants of Health Discussion Paper 2 (Policy and Practice).
Geneva: WHO.
Thomas, C. (2021). The disease of
disparity: A blueprint to make progress on health inequalities in England,
IPPR. https://www.ippr.org/research/publications/disease-of-disparity (Erişim: 27 Kasım 2021).
Whitehead, M. (1992). The Concepts
and Principles of Equity and Health. IJHS, 22 (3): 429 – 445.
WHO. (2019). Healthy, prosperous
lives for all: the European Health Equity Status Report. Copenhagen: WHO
Regional Office for Europe.
WHO - CSDH.
(2008). Closing the Gap in a Generation: Health Equity Through Action on the
Social Determinants of Health. Final Report of the Commission on Social
Determinants of Health. Geneva: World Health Organization.
WHO Europe. 2010. Environment and health risks: a review of
the influence and effects of social inequalities. Copenhagen: WHO.
World Food Programme. (2021). In
world of wealth, 9 million people die every year from hunger, WFP Chief tells
Food System Summit. https://www.wfp.org/news/world-wealth-9-million-people-die-every-year-hunger-wfp-chief-tells-food-system-summit (Erişim: 27 Kasım 2021).
World Bank. (2014). Poverty and
Health. https://www.worldbank.org/en/topic/health/
brief/poverty-health
(Erişim: 27 Kasım 2021).
Worldometer. (2021). GDP by Country. https://www.worldometers.info/gdp/gdp-by-country/ (Erişim: 27 Kasım 2021).
Yüksel Arabacı, R. (2019). Dünya
Bankasının Yeni Uluslararası Yoksulluk Sınırları ve Küresel Yoksulluğun Yeniden
Değerlendirilmesi. Sosyal Güvenlik Dergisi, 9(1): 123 – 140.
Sevgili Dr. Akif Akalın meslektaşım,
YanıtlaSilNefis bir çalışma..
Seni gönülden kutlarım...
Dr. Ahmet Saltık
14.12.21
www.ahmetsaltik.net
Çok teşekkür ederim hocam.
Sil<a h
YanıtlaSil