Afrika Gıda ve Konserve İşçileri Sendikası 1981 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başkenti Cape Town’a 60 kilometre uzaklıktaki Paarl kasabasında üyeleri için sendikanın Tıbbi Yardım Fonu ile bir klinik açtı.
Afrika Gıda ve Konserve İşçileri
Sendikası 1947 yılında kurulduğunda, üyelerinden topladığı aidatların bir
bölümünü Tıbbi Yardım Fonu olarak ayırmıştı. Fon şehirdeki özel muayenehane
hekimleriyle anlaşmış ve üyeleri için tedavi hizmeti sağlamıştı. Tıbbi yardım
gereksinimi olan üyeler bu hekimlere gidiyor, hekimler de daha sonra tedavi
ettikleri işçi başına sendikadan para alıyorlardı.
1980’lerin başında Fon özel hekimlere
yılda 30 – 40 bin Rand ödemeye başlamıştı. Bunun üzerine sendika “kendi
kliniğini” açmaya ve klinikte hekim istihdam etmeye karar verdi.
Sendika kliniği Tıbbi Yardım Fonu’nun
kaynaklarını daha iyi değerlendirmek için açmıştı ve kısa sürede bu konuda çok
başarılı oldu. Özel hekimler sendikaya işçi başına ortalama 4.70 Rand ilaç
gideri fatura ederken, İşçi Kliniği’nde bu rakam 1.40 Rand’a düşmüştü. Fon
buradan sağladığı tasarrufla işçilere daha fazla hizmet sunabilecekti.
Ancak İşçi Kliniği’nin sağladığı
yararlar bununla bitmedi.
İşçi Kliniği işçilere sendikanın başlangıçta
hiç düşünmediği faydalar sağladı. Eskiden sendikanın anlaştığı özel hekimler
muayenehanelerine gelen herkese bakıyor, arada gelen işçilere de bakıyorlardı.
Oysa İşçi Kliniği’ndeki hekimler yalnızca sendika üyesi işçilere bakıyordu. Bu
durum işçilerin sağlık sorunlarıyla ilgilenen klinik hekimlerinin, giderek
işçilerin sağlık sorunları üzerine “uzmanlaşmalarını” ve işçilere daha fazla
yardımcı olabilmelerini sağladı.
Örneğin hekimler konserve
fabrikasının taşıyıcı bant bölümünde çalışan işçilerin kendilerine en çok bel
ve omuz ağrısı şikayetiyle başvurduğunu fark ettiler. Yine bu bölümde çalışmaya
yeni başlayanlar genellikle vertigo (baş dönmesi) yakınmasıyla hekime
başvuruyorlardı.
Fabrikanın meyvelerin işlendiği bölümlerinde
çalışan işçilerde dermatolojik sorunlar çok daha fazla görülüyordu. Asitli
meyvelerle çalışan işçilerin ellerinde enflamasyon ve enfeksiyon gelişiyordu.
Yine belirli bir tip yoğurt üretiminde kullanılan koruyuculardan biri (sülfür
dioksit), yoğurt dolumu bölümünde çalışanlarda deride kimyasal yanıklara neden
oluyordu.
Hekimler tespitlerini sendika yönetimiyle
paylaşarak, fabrikada gerekli işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri alınması
halinde işçilerin sağlık durumunun önemli ölçüde iyileştirilebileceğini söylediler.
Hekimlerin fabrikada çalışan işçiler
üzerindeki deneyimleri, fabrikada çalışan işçileri aşarak, işçi sınıfının
genelini ilgilendiren faydalar da sağladı.
Vardiyalı çalışmanın sağlık üzerine
etkilerini inceleyen hekimler, bütün işçilerin bitkinlik yakınması olduğunu,
işçilerin üçte ikisinde sindirim sistemi sorunları bulunduğunu ve mide ülseri
ile kabızlık sorunlarının vardiyalı çalışmayan işçilere göre anlamlı ölçüde
arttığını tespit ettiler.
Yine vardiyalı çalışanlarda ciddi
uyku sorunları gelişiyordu. İşçilerin yarısı yeterli uyku uyuyamıyorlardı. Vardiyalı
çalışan işçilerin üçte ikisi ruhsal ve mental sorunlar yaşıyordu.
Vardiyalı çalışmak işçilerin sosyal
yaşamları üzerinde de büyük olumsuz etkiler yapıyordu. Vardiyalı işçilerin üçte
ikisi aile yaşamlarında ciddi sorunlar yaşıyor, beşte üçü kendilerini sosyal
olarak izole edilmiş hissediyorlardı. Vardiyalı çalışma işçilerde sosyal yaşam
diye bir şey bırakmıyordu.
Son olarak hekimler vardiyalı çalışan
işçiler arasında iş kazası geçirme sıklığının, vardiyalı çalışmayan işçilere
göre çok daha yüksek olduğunu fark ettiler.
Bu deneyimler işçi sınıfının mücadele
tarihine bir gün kullanılmak üzere yazıldı.
Sosyalizmde üretim değil işçi (insan) öncelikli olacak.
Üretim süreçleri, bu süreçlerde bizzat çalışan işçilerin de söz ve karar sahibi olduğu işçiler tarafından işçilerin sağlığı ve güvenliği yönünden değerlendirilecek.
Hiçbir ekonomik yararın, tek bir işçinin
sağlığından ve yaşamından daha önemli olmayacağı, işçinin sağlığı üzerinden
maliyet – fayda analizlerinin yapılamayacağı bir düzen kurulacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder