Komünist Manifesto’nun başlangıcında yer alan “Burjuvalar ve Proleterler” bölümü, “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir" tümcesiyle başlar. Buradan hareketle komünistler karşılaştıkları bütün toplumsal olayları ve olguları “sınıf mücadelesi” içinde anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırlar.
COVID 19 pandemisine karşı mücadele konusunda akademisyenlerin ilk günden itibaren karşılıklı iki kampa bölünmesi ve sürecin her aşamasında “ideolojik” ve “politik” duruşlarını yansıtan, birbirine “taban tabana zıt” tedbirler önermeleri aslında sınıf mücadelesinin sağlık alanındaki tezahüründen başka bir şey değildir.
Sermaye ideolojisini benimseyen ve
sermayenin yanında yer alan akademisyenler pandemiye karşı “bireysel” korunma
tedbirlerini öne çıkartırken, işçi sınıfının ideolojisini benimseyen ve emeğin
yanında yer alan akademisyenler “toplum” düzeyinde tedbirlere ağırlık
verilmesini talep etmişlerdir.
Sermaye ideolojisini benimseyen ve
sermayenin yanında yer alan akademisyenler “sürü bağışıklığı” politikasını
savunurken, işçi sınıfının ideolojisini benimseyen ve emeğin yanında yer alan
akademisyenler bağışıklığın “aşılama” ile kazanılması gerektiğini söylemişlerdir.
Sermaye ideolojisini benimseyen ve
sermayenin yanında yer alan akademisyenler bugün “Covid 19 ile birlikte yaşamak”
politikasını savunurken, işçi sınıfının ideolojisini benimseyen ve emeğin
yanında yer alan akademisyenler “sıfır vaka” politikasını savunuyorlar.
Peki, bu durum yalnızca COVID 19 için
mi geçerli? Akademisyenler diğer sağlık sorunları karşısında da ideolojik – politik
tutum almıyorlar mı?
TİP 2 DİYABET GENETİK BİR SORUN OLABİLİR Mİ?
1970’lerin başında ABD’nin Arizona
bölgesinde yaşayan Pima yerlilerinin “dünyadaki en yüksek” tip 2 diyabet
hastalığı görülme sıklığına sahip olduğunun anlaşılması (35 yaş üzerindekilerin
yüzde 50’si) üzerine hemen harekete geçen
akademisyenler, bu durumun olası nedenlerini ortaya çıkartabilmek için hummalı
bir çalışma içine girdiler.
Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlığı “biyo
– psiko – sosyal” bir olgu olarak tanımlamasının üzerinden çeyrek asır geçmiş
olmasına rağmen, hastalıkların nedenlerini hala öncelikle “biyolojide” aramaya
devam eden birçok akademisyenin aklına gelen ilk açıklama, Pima yerlilerinde
diyabete karşı “genetik” bir yatkınlık olabileceği oldu.
ABD Sağlık Bakanlığı’na bağlı Ulusal
Sağlık Enstitüleri yıllarca Pima yerlilerinin genlerinde diyabete yatkınlık
aradılar ve Amerikalıların 80 milyon dolardan fazla parasını bu amaç için
harcadılar. Yıllarca birçok akademisyenin, makalelerine sanki Pima yerlilerinin
genetik yapısında diyabet hastalığına karşı “kanıtlanmış” özel bir yatkınlık
varmış gibi bir kayıt koyarak başlamalarına rağmen, bugüne kadar yapılan araştırmalar
bu yönde “kesin” bir bulguya ulaşamadı.
YOKSA SORUN YAŞAM TARZINDA MI?
1970’li yıllar tam da dünyada Reagan –
Thatcher ekürisinin Çin’den (Deng Xiaoping) aldıkları destekle, emek üzerine
neoliberal saldırıya geçtiği yıllardı. “Bireyci ideoloji” toplumun bütün
hücrelerine, dolayısıyla tıbba ve sağlığa da nüfuz ediyor, hastalıklar
bireylerin davranışlarıyla ilişkilendirilmeye başlanıyordu.
Bu süreçte Pima yerlilerinin yaşam
tarzı ve diyetleri üzerine çok sayıda makale yazıldı. 1990’lı yıllara
gelindiğinde birçok makale Pima yerlilerinde diyabet sıklığının çok yüksek oluşunu,
“genetik yatkınlık” üzerine eklenen “sağlıksız beslenme alışkanlıkları” ve “hareketsiz
yaşam” (tembellik / aylaklık da okuyabilirsiniz) ile açıklamaya başladılar.
En prestijli tıp dergilerinde
yayınlanan bu makaleler özellikle “genetik yatkınlık” konusunda birçok kaynağa
atıf yapıyor, fakat bu kaynaklar incelendiğinde Pima yerlilerinin diyabete
genetik yatkınlığına ilişkin hiçbir somut kanıta rastlanmıyordu. Diğer yandan
makaleler yerlilerin sağlıksız diyeti ve hareketsiz yaşamları noktasında
haklıydı, fakat diyet ve hareketsizlikleri birçoklarının iddia ettikleri gibi yerlilerin
“tercihi” veya “seçimi” nedeniyle değildi.
PİMA YERLİLERİNE DAYATILAN YAŞAM
Sayıları az da olsa işçi sınıfının
ideolojisini benimseyen ve emekten yana tutum alan akademisyenler, başından
itibaren dikkatleri Pima yerlilerinin “tarihine” ve diyabet hastalığının ortaya
çıktığı “politik ve sosyal bağlama” dikkat çekmeye çalıştılar.
Pima yerlileri arasında diyabet
sıklığının çok yüksek oluşunun yalnızca genetik yatkınlıkla açıklanmaya
çalışılması bilimsel değildi. Pima yerlilerinin yaşamlarına ve geçim
kaynaklarına dışarıdan müdahale edilmesinin diyabet etiyolojisinde önemli bir
rolü vardı.
Pima yerlileri iki bin yıldan fazla
bir süredir Arizona’da mısır, kuru fasulye, kabak ve pamuk yetiştirerek yaşıyorlardı.
Diyetlerinde ayrıca çöl bitkileri, nehir balıkları ve bazı av hayvanları
bulunuyordu. Pima yerlilerinin hayatlarını değiştiren en önemli olay, önce 1900’lerin
başlarında yerlilerin yaşam kaynağı olan Gila nehrinin yatağının, yeni açılan
madenlere ve kapitalist çiftliklere su sağlanması amacıyla değiştirilmesi ve daha
sonra 1928 yılında yerlileri tamamen susuz bırakan Coolidge Barajı’nın inşa
edilmesi oldu.
Aile ölçekli tarım ekonomisiyle
geçimlerini sağlayan Pima yerlileri susuzluk nedeniyle sözcüğün tam anlamıyla
yıkıma uğradılar ve yoksullaştılar. 1930’lu yıllarda yaşamlarını sürdürebilmek
için devlet yardımına muhtaç kalan Pima yerlileri, Federal hükumetin sağladığı
şeker ve doymuş yağlardan zengin gıda yardımlarıyla beslenmeye başladılar.
TERCİH VEYA SEÇİM DEĞİL, ÇARESİZLİK
Bireyci ideolojinin bizi inandırmaya
çalıştığı gibi bu durum, daha önce “yağdan fakir ve liften zengin” geleneksel
diyetleriyle sağlıklı beslenen Pima yerlilerinin, gıda tercihlerini “şeker ve
doymuş yağlardan zengin” sağlıksız beslenmeden yana değiştirmelerinden kaynaklanmıyordu.
Artık topraklarında yiyecek hiçbir şey üretemeyen ve dengeli beslenebilmeleri
için gerekli besinleri dışarıdan alabilecek paraları olmayan yerliler, devlet
ne verirse onu yiyordu.
1970’li yıllarda yapılan bir
araştırma, Federal hükumetin verdiği gıda yardımlarıyla (ABD ordusu için
hazırlanmış işlenmiş gıdalar) beslenen Pima yerlilerinin aldıkları kalorinin
yüzde 40’ının “yağlardan” geldiğini bulmuştu. Oysa Federal hükumet yerlilere gıda
yerine gıda satın alabilecekleri para yardımı yapsaydı, yerliler belki daha
sağlıklı beslenebilirlerdi.
Ancak Pima yerlilerinin yaşamını
değiştiren tek şey şekerden ve doymuş yağlardan zengin gıdalarla beslenmek
değildi. Arizona çöllerinde işsiz – güçsüz ortada kalan yerlilerin “hareketsiz”
yaşamları tembelliklerinden veya aylaklıklarından değil, yapacak bir “işleri”
olmamasından kaynaklanıyordu. Yerlilerin elinden tarım ve avcılık etkinlikleri ile
birlikte bunları yaparken sürdürdükleri “egzersiz” etkinlikleri de alınmıştı.
Çözümü olmayan bir yoksulluk, devlet
yardımlarına muhtaç olmak ve sürekli gelecek kaygısı duymaktan kaynaklanan ağır
ve “süregen stres”, çeşitli hormonal ve biyokimyasal yolaklar üzerinden Pima yerlilerini
diyabete daha çok yatkınlaştırıyordu.
TİP 2 DİYABET ÇOCUKLARA İNİNCE
Geçmişte insüline bağımlı olmayan
diyabet veya erişkin tipi diyabet olarak tanımlanan tip 2 diyabet, 2000’li
yıllara doğru Pima yerlilerinin çocuklarında da çok yüksek hızlarda görülmeye
başlandı. Artık “anaakım” tıp dergilerinde yayınlanan makalelerde Pima
yerlilerinin çocukları için diyabet yönünden risk faktörleri, “genetik
yatkınlık, obezite, diyet, evebeynlerde diyabet olması, prenatal hiperglisemik
ortam ve düşük ya da yüksek doğum ağırlığı” olarak sıralanıyordu.
Oysa Ravussin ve arkadaşları 1994
yılında yayınladıkları bir araştırmada, bir şekilde “geleneksel” yaşamlarını
sürdürebilmeyi başaran Pima yerlileri arasında tip 2 diyabet sıklığının daha
düşük olduğunu, dolayısıyla “çevresel faktörlerin” diyabet gelişmesinde kilit
bir rol oynayabileceğini belirtiyorlardı.
Dahası 2006 yılında Schulz ve
arkadaşları, komşu Meksika’da, Arizona’dan birkaç yüz kilometre uzakta geleneksel
aşiret yapısı içinde yaşayan ve Arizona’daki akrabalarıyla aynı genetik yapıya
sahip olan Pima yerlileri arasında tip 2 diyabet sıklığını, erkeklerde yalnızca
yüzde 5,6 ve kadınlarda yüzde 8,5 buldu. Yine obezite Arizona’da yaşayan Pima
yerlileri arasında, Meksika’da yaşayan akrabalarına göre 10 kat daha yüksek bulundu.
EGEMEN İDEOLOJİ, EGEMENLERİN İDEOLOJİSİDİR
Her şeye rağmen bugün dahi hala
birçok akademisyen Pima yerlilerinde diyabetin çok sık görülmesinin “genetik
yatkınlıkla” açıklanabileceğini ısrarla yazmaya ve dünyanın en prestijli tıp
dergileri bu makaleleri yayınlamaya devam ediyorlar.
Sermayeden yana akademisyenler, nasıl
COVID 19 pandemisi sürecinde milyonlarca emekçinin yaşamı pahasına üretimin
(sermaye birikiminin) aksamasına neden olacak toplumsal tedbirler önermekten
kaçındılarsa, aynı şekilde tip 2 diyabete karşı mücadelede de sermayenin
çıkarlarına zarar verebilecek, insanların yaşam ve çalışma koşullarının
iyileştirilmesi gibi toplum düzeyli tedbirler önermekten kaçınıyorlar.
Kuşkusuz yalnız Covid 19 veya tip 2
diyabet değil, insanların çok büyük bir bölümünü ve özellikle emekçi sınıfları hasta
eden, sakat bırakan ve öldüren birçok sağlık sorunu için durum böyle. Sermayeden
yana tutum alan akademisyenler tıbbi bilgi ve birikimlerini insanların
sağlığını değil, sermayenin çıkarlarını korumak için kullanıyor.
Bu süreçlerde milyonlarca emekçi
yaşamını yitirmiş ne gam?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder