Translate

22 Ağustos 2022 Pazartesi

Emekçi halkın sağlığı ve akademisyenler

 


Komünist Manifesto’nun başlangıcında yer alan “Burjuvalar ve Proleterler” bölümü, “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir" tümcesiyle başlar. Buradan hareketle komünistler karşılaştıkları bütün toplumsal olayları ve olguları “sınıf mücadelesi” içinde anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırlar.

 

COVID 19 pandemisine karşı mücadele konusunda akademisyenlerin ilk günden itibaren karşılıklı iki kampa bölünmesi ve sürecin her aşamasında “ideolojik” ve “politik” duruşlarını yansıtan, birbirine “taban tabana zıt” tedbirler önermeleri aslında sınıf mücadelesinin sağlık alanındaki tezahüründen başka bir şey değildir.

 

Sermaye ideolojisini benimseyen ve sermayenin yanında yer alan akademisyenler pandemiye karşı “bireysel” korunma tedbirlerini öne çıkartırken, işçi sınıfının ideolojisini benimseyen ve emeğin yanında yer alan akademisyenler “toplum” düzeyinde tedbirlere ağırlık verilmesini talep etmişlerdir.

 

Sermaye ideolojisini benimseyen ve sermayenin yanında yer alan akademisyenler “sürü bağışıklığı” politikasını savunurken, işçi sınıfının ideolojisini benimseyen ve emeğin yanında yer alan akademisyenler bağışıklığın “aşılama” ile kazanılması gerektiğini söylemişlerdir.

 

Sermaye ideolojisini benimseyen ve sermayenin yanında yer alan akademisyenler bugün “Covid 19 ile birlikte yaşamak” politikasını savunurken, işçi sınıfının ideolojisini benimseyen ve emeğin yanında yer alan akademisyenler “sıfır vaka” politikasını savunuyorlar.

 

Peki, bu durum yalnızca COVID 19 için mi geçerli? Akademisyenler diğer sağlık sorunları karşısında da ideolojik – politik tutum almıyorlar mı?

 

TİP 2 DİYABET GENETİK BİR SORUN OLABİLİR Mİ?

 

1970’lerin başında ABD’nin Arizona bölgesinde yaşayan Pima yerlilerinin “dünyadaki en yüksek” tip 2 diyabet hastalığı görülme sıklığına sahip olduğunun anlaşılması (35 yaş üzerindekilerin yüzde 50’si)  üzerine hemen harekete geçen akademisyenler, bu durumun olası nedenlerini ortaya çıkartabilmek için hummalı bir çalışma içine girdiler.

 

Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlığı “biyo – psiko – sosyal” bir olgu olarak tanımlamasının üzerinden çeyrek asır geçmiş olmasına rağmen, hastalıkların nedenlerini hala öncelikle “biyolojide” aramaya devam eden birçok akademisyenin aklına gelen ilk açıklama, Pima yerlilerinde diyabete karşı “genetik” bir yatkınlık olabileceği oldu.

 

ABD Sağlık Bakanlığı’na bağlı Ulusal Sağlık Enstitüleri yıllarca Pima yerlilerinin genlerinde diyabete yatkınlık aradılar ve Amerikalıların 80 milyon dolardan fazla parasını bu amaç için harcadılar. Yıllarca birçok akademisyenin, makalelerine sanki Pima yerlilerinin genetik yapısında diyabet hastalığına karşı “kanıtlanmış” özel bir yatkınlık varmış gibi bir kayıt koyarak başlamalarına rağmen, bugüne kadar yapılan araştırmalar bu yönde “kesin” bir bulguya ulaşamadı.

 

YOKSA SORUN YAŞAM TARZINDA MI?

   

1970’li yıllar tam da dünyada Reagan – Thatcher ekürisinin Çin’den (Deng Xiaoping) aldıkları destekle, emek üzerine neoliberal saldırıya geçtiği yıllardı. “Bireyci ideoloji” toplumun bütün hücrelerine, dolayısıyla tıbba ve sağlığa da nüfuz ediyor, hastalıklar bireylerin davranışlarıyla ilişkilendirilmeye başlanıyordu.

 

Bu süreçte Pima yerlilerinin yaşam tarzı ve diyetleri üzerine çok sayıda makale yazıldı. 1990’lı yıllara gelindiğinde birçok makale Pima yerlilerinde diyabet sıklığının çok yüksek oluşunu, “genetik yatkınlık” üzerine eklenen “sağlıksız beslenme alışkanlıkları” ve “hareketsiz yaşam” (tembellik / aylaklık da okuyabilirsiniz) ile açıklamaya başladılar.

 

En prestijli tıp dergilerinde yayınlanan bu makaleler özellikle “genetik yatkınlık” konusunda birçok kaynağa atıf yapıyor, fakat bu kaynaklar incelendiğinde Pima yerlilerinin diyabete genetik yatkınlığına ilişkin hiçbir somut kanıta rastlanmıyordu. Diğer yandan makaleler yerlilerin sağlıksız diyeti ve hareketsiz yaşamları noktasında haklıydı, fakat diyet ve hareketsizlikleri birçoklarının iddia ettikleri gibi yerlilerin “tercihi” veya “seçimi” nedeniyle  değildi.

 

PİMA YERLİLERİNE DAYATILAN YAŞAM

 

Sayıları az da olsa işçi sınıfının ideolojisini benimseyen ve emekten yana tutum alan akademisyenler, başından itibaren dikkatleri Pima yerlilerinin “tarihine” ve diyabet hastalığının ortaya çıktığı “politik ve sosyal bağlama” dikkat çekmeye çalıştılar.

 

Pima yerlileri arasında diyabet sıklığının çok yüksek oluşunun yalnızca genetik yatkınlıkla açıklanmaya çalışılması bilimsel değildi. Pima yerlilerinin yaşamlarına ve geçim kaynaklarına dışarıdan müdahale edilmesinin diyabet etiyolojisinde önemli bir rolü vardı.

 

Pima yerlileri iki bin yıldan fazla bir süredir Arizona’da mısır, kuru fasulye, kabak ve pamuk yetiştirerek yaşıyorlardı. Diyetlerinde ayrıca çöl bitkileri, nehir balıkları ve bazı av hayvanları bulunuyordu. Pima yerlilerinin hayatlarını değiştiren en önemli olay, önce 1900’lerin başlarında yerlilerin yaşam kaynağı olan Gila nehrinin yatağının, yeni açılan madenlere ve kapitalist çiftliklere su sağlanması amacıyla değiştirilmesi ve daha sonra 1928 yılında yerlileri tamamen susuz bırakan Coolidge Barajı’nın inşa edilmesi oldu.

 

Aile ölçekli tarım ekonomisiyle geçimlerini sağlayan Pima yerlileri susuzluk nedeniyle sözcüğün tam anlamıyla yıkıma uğradılar ve yoksullaştılar. 1930’lu yıllarda yaşamlarını sürdürebilmek için devlet yardımına muhtaç kalan Pima yerlileri, Federal hükumetin sağladığı şeker ve doymuş yağlardan zengin gıda yardımlarıyla beslenmeye başladılar.

 

TERCİH VEYA SEÇİM DEĞİL, ÇARESİZLİK

 

Bireyci ideolojinin bizi inandırmaya çalıştığı gibi bu durum, daha önce “yağdan fakir ve liften zengin” geleneksel diyetleriyle sağlıklı beslenen Pima yerlilerinin, gıda tercihlerini “şeker ve doymuş yağlardan zengin” sağlıksız beslenmeden yana değiştirmelerinden kaynaklanmıyordu. Artık topraklarında yiyecek hiçbir şey üretemeyen ve dengeli beslenebilmeleri için gerekli besinleri dışarıdan alabilecek paraları olmayan yerliler, devlet ne verirse onu yiyordu.

 

1970’li yıllarda yapılan bir araştırma, Federal hükumetin verdiği gıda yardımlarıyla (ABD ordusu için hazırlanmış işlenmiş gıdalar) beslenen Pima yerlilerinin aldıkları kalorinin yüzde 40’ının “yağlardan” geldiğini bulmuştu. Oysa Federal hükumet yerlilere gıda yerine gıda satın alabilecekleri para yardımı yapsaydı, yerliler belki daha sağlıklı beslenebilirlerdi.

 

Ancak Pima yerlilerinin yaşamını değiştiren tek şey şekerden ve doymuş yağlardan zengin gıdalarla beslenmek değildi. Arizona çöllerinde işsiz – güçsüz ortada kalan yerlilerin “hareketsiz” yaşamları tembelliklerinden veya aylaklıklarından değil, yapacak bir “işleri” olmamasından kaynaklanıyordu. Yerlilerin elinden tarım ve avcılık etkinlikleri ile birlikte bunları yaparken sürdürdükleri “egzersiz” etkinlikleri de alınmıştı.

 

Çözümü olmayan bir yoksulluk, devlet yardımlarına muhtaç olmak ve sürekli gelecek kaygısı duymaktan kaynaklanan ağır ve “süregen stres”, çeşitli hormonal ve biyokimyasal yolaklar üzerinden Pima yerlilerini diyabete daha çok yatkınlaştırıyordu.

 

TİP 2 DİYABET ÇOCUKLARA İNİNCE

 

Geçmişte insüline bağımlı olmayan diyabet veya erişkin tipi diyabet olarak tanımlanan tip 2 diyabet, 2000’li yıllara doğru Pima yerlilerinin çocuklarında da çok yüksek hızlarda görülmeye başlandı. Artık “anaakım” tıp dergilerinde yayınlanan makalelerde Pima yerlilerinin çocukları için diyabet yönünden risk faktörleri, “genetik yatkınlık, obezite, diyet, evebeynlerde diyabet olması, prenatal hiperglisemik ortam ve düşük ya da yüksek doğum ağırlığı” olarak sıralanıyordu.

 

Oysa Ravussin ve arkadaşları 1994 yılında yayınladıkları bir araştırmada, bir şekilde “geleneksel” yaşamlarını sürdürebilmeyi başaran Pima yerlileri arasında tip 2 diyabet sıklığının daha düşük olduğunu, dolayısıyla “çevresel faktörlerin” diyabet gelişmesinde kilit bir rol oynayabileceğini belirtiyorlardı.  

 

Dahası 2006 yılında Schulz ve arkadaşları, komşu Meksika’da, Arizona’dan birkaç yüz kilometre uzakta geleneksel aşiret yapısı içinde yaşayan ve Arizona’daki akrabalarıyla aynı genetik yapıya sahip olan Pima yerlileri arasında tip 2 diyabet sıklığını, erkeklerde yalnızca yüzde 5,6 ve kadınlarda yüzde 8,5 buldu. Yine obezite Arizona’da yaşayan Pima yerlileri arasında, Meksika’da yaşayan akrabalarına göre 10 kat daha yüksek bulundu.

 

EGEMEN İDEOLOJİ, EGEMENLERİN İDEOLOJİSİDİR

 

Her şeye rağmen bugün dahi hala birçok akademisyen Pima yerlilerinde diyabetin çok sık görülmesinin “genetik yatkınlıkla” açıklanabileceğini ısrarla yazmaya ve dünyanın en prestijli tıp dergileri bu makaleleri yayınlamaya devam ediyorlar.

 

Sermayeden yana akademisyenler, nasıl COVID 19 pandemisi sürecinde milyonlarca emekçinin yaşamı pahasına üretimin (sermaye birikiminin) aksamasına neden olacak toplumsal tedbirler önermekten kaçındılarsa, aynı şekilde tip 2 diyabete karşı mücadelede de sermayenin çıkarlarına zarar verebilecek, insanların yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi toplum düzeyli tedbirler önermekten kaçınıyorlar.

 

Kuşkusuz yalnız Covid 19 veya tip 2 diyabet değil, insanların çok büyük bir bölümünü ve özellikle emekçi sınıfları hasta eden, sakat bırakan ve öldüren birçok sağlık sorunu için durum böyle. Sermayeden yana tutum alan akademisyenler tıbbi bilgi ve birikimlerini insanların sağlığını değil, sermayenin çıkarlarını korumak için kullanıyor.

 

Bu süreçlerde milyonlarca emekçi yaşamını yitirmiş ne gam?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder