Dostumuz Bayazıt İlhan’ın Birgün gazetesinde yayınlanan “Tıpta uzmanlık eğitiminde ne durumdayız?” başlıklı yazısı, hekimler arasında uzun süredir tartışılan tıp eğitiminin “niteliği” konusunu yeniden gündemin ilk sıralarına taşıdı. İlhan’ın “iyi hekim yetiştiremezseniz halkınıza iyi sağlık hizmeti veremezsiniz” gibi sağlık hizmetini hekimlik hizmetine endeksleyen kimi tespitlerine katılmasak da, yazısında çok önemli sorunların altını çiziyor.
ARTIK HEKİMLER DE HASTALANDIKLARINDA “İYİ DOKTOR” ARIYOR
İlhan’ın yazısındaki en önemli tespit şöyle: “Hekimlerin kendilerinin de sağlık hizmeti alırken kaygılandığı, arkadaşlarından referans aradığı bir döneme girdik. Neden mi? Tıp eğitiminin seviyesindeki düşmeye en çok kendileri tanık oluyorlar da ondan”!
Maalesef emekli bir hekim olarak bu sorunu yıllardır biz de yaşıyoruz. Bir sağlık sorunumuz olduğunda önce “sınıf arkadaşlarımızdan” ve üyesi olduğumuz hekim whatsapp gruplarından yardım arıyoruz. Gelibolu’da yaşayan emekli jinekolog hekim olan bir sınıf arkadaşımız, yakınlarda kolonoskopi yaptırmak için Antalya’daki bir sınıf arkadaşımıza gitti.
Yani İlhan durumu “abartmıyor”. Artık hekimler hastalandıklarında birbirlerine “tanıdığın iyi bir doktor var mı” diye soruyorlar. Hani çok eskilere filan gitmeye gerek yok, daha yirmi yıl öncesine kadar hekimlerin “hekimliği” toplum içinde dahi bu kadar tartışılmazdı.
Elbette her zaman belirli bir konuda uzmanlaşmış, diğer hekimler arasından sivrilmiş, “aranan” hekimler olmuştu. Biz de öğrencilik yıllarımızda kendi aramızda filan hocanın jinekolojik onkolojide, falan hocanın omurilik cerrahisinde çok iyi olduğunu konuşurduk, fakat Bayazıt İlhan’ın yazısında anlattığı olgu “son 20 yılın” konusu.
BU HALE NASIL GELDİK?
İlhan bu soruya birkaç veriyle yanıt veriyor.
Türkiye’deki 91 devlet tıp fakültesinden AKP iktidarından önce kurulmuş olan 43’ünün hepsinin kendi hastaneleri varken, AKP’nin son 20 yılda kurduğu 48 devlet tıp fakültesinin sadece üçünün kendi hastanesi varmış.
Bazı tıp fakültelerinde “temel” dallarda eğitim verme yetkileri oluşturulmadan, diğer dallarda uzmanlık eğitimi programları oluşturulduğu gözleniyormuş. Tıbbi mikrobiyoloji kürsüsü olmayan Kayseri Şehir Hastanesi’nde tıbbi mikoloji yan dal eğitim programı varmış. Daha iyi anlaşılsın diye söyle örnek verelim: fakültede matematik dersi veremiyorsunuz ama trigonometri anlatıyorsunuz.
2021 Eylülünde 5 bin 655 olan asistan kontenjanı, 6 (yazı ile altı) ay sonra Mart 2022’de 12 bin 233’e çıkartılmış ve artı yabancı uyruklu ve KKTC kontenjanları da varmış. Tabii klinikler kapasitelerinin üzerinde asistanla dolmuş. Asistanlar yeterli eğitim alamıyor, hasta görüp takip edemiyor, cerrahi branşlarda yapmaları gereken ameliyatları yapamıyormuş.
PLANLAMA?
İlhan programların oluşturulmasında, kontenjanların belirlenmesinde bir planlamadan, ülkenin ihtiyaçlarına göre yapılandırmadan söz edilemediğini belirterek, plansız kontenjan artışları ile ülkenin sağlığının ve genç hekimlerin geleceğinin tehlikeye atıldığını söylüyor.
İlhan’ın çözüm önerisi, Sağlık Bakanlığı ve YÖK’ün, başta TTB ve uzmanlık dernekleri olmak üzere alanın ilgili kurumlarını kattığı bir çalışmayı gecikmeden yapması ve tıp ve uzmanlık eğitiminin, kontenjanların planlamalarının bilimsel çalışmalarla yapılması.
İlhan’ın soruna koyduğu teşhise (plansızlık) kısmen katılmakla birlikte, önerdiği “tedavinin” eksik olduğunu düşünüyoruz. Çünkü sorun “teknik” değil, “siyasal” bir sorundur.
Elbette Türkiye önümüzdeki 10 – 20 veya 50 yıl içinde kaç hekime ihtiyacı olacağını hesaplamalı ve kontenjanlarını buna göre belirleyip, eğitim altyapısını oluşturmalıdır. Fakat Türkiye’de tıp eğitiminin “niteliksizleştirilmesi”, AKP hükumetinin bilinçli bir siyasi tercihidir, taammüden gerçekleştirilmektedir.
Ülkemizde Halk Sağlığı’nın duayenlerinden İlker Belek de, Bayazıt İlhan’a twitter hesabından verdiği yanıtta, 90 milyonluk Türkiye’de, sevk zorunlu, kişi başı hekim başvurusu yıllık 10, hekimin hasta başına ayıracağı süre 20 dakika olur ve hekim mesaisinin yarısını koruyucu hekimliğe ayırırsa, birinci basamakta hekim ihtiyacı 375 bindir, “Bilimsel hesabı işte böyle kolay, ancak uygulaması mevcut siyasetle olanaksız” diyor.
PLANLAMA DEĞİL, TOPLUMCU PLANLAMA
1995 yılında Toplum ve Hekim dergisinde yayınlanan “Hekim İstihdamının Dinamiği Üzerine Bir Alıştırma” başlıklı makalemizde, devletin emekçilerin sağlık hizmeti talebini ne ölçüde karşılayacağı, “emek-gücünün bilinçlilik ve örgütlülük seviyesine, emekten yana politikalar izleyen parti ve örgütlerin mücadelesine bağlıdır” demiştik. Aradan geçen 28 yıl, tespitimizin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor.
AKP öncesinde Türkiye’de hekim sayısı, Bayazıt İlhan’ın önerdiği gibi Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hesaplanıyor, 5 Yıllık Kalkınma Planları'na (5YKP) sağlık ile ilgili hedeflerle birlikte geçiriliyordu. Bu planlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) kabul edildikten sonra yasalaşarak uygulamaya konuluyordu. Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), 5YKP hedeflerine ulaşılabilmesi için Tıp Fakülteleri'nin kontenjanlarını arttırıyordu.
Ancak bu planlamalar işçilerin ve emekçilerin, toplumun geçimlerini emek-güçlerini sermayeye satarak sağlayan kesimlerinin gereksinimlerine göre değil, sermaye birikiminin gereksinimlerine göre yapıldığı için, hiçbir soruna çare olmuyor, aksine kendileri sorunu daha da ağırlaştırıyorlardı.
Günümüzde de sorunun çözümü elbette planlamadan geçiyor, fakat bunun “toplumcu” bir planlama olması şart. Toplumcu bir planlamayı ise ancak sermayenin değil, toplumun gereksinimlerini dikkate alan, emekten yana bir siyaset başarabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder