Translate

27 Temmuz 2023 Perşembe

Özel hastaneler emekçilere ölüm getiriyor

 


İngiltere merkezli Oxford Committee for Famine Relief veya kısaca Oxfam, geçtiğimiz ay yine oldukça provokatif iki rapor yayınladı. Gerçi 21. yüzyılda insanlık çok da provokasyona gelecek gibi görünmüyor, fakat Oxfam raporları gündem oluşturamasalar da tarihe tanıklık ediyorlar.


HASTA KALKINMA VE ÖNCE ZARAR VERME


Anna Marriott imzasıyla 26 Haziran 2023’te yayınlanan “Sick Development: How rich-country government and World Bank funding to for-profit private hospitals causes harm, and why it should be stopped” başlıklı rapor, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde emperyalist ülkelerin Kalkınma Finans Kurumları tarafından finanse edilerek kurulan özel hastanelerin bu ülkelerin sağlığına verdiği zararı gösteriyor.


Anjela Taneja ve Amitabha Sarkar imzasıyla yine aynı tarihte yayınlanan “First, do no harm: Examining the impact of the IFC’s support to private healthcare in India” başlıklı rapor da Marriott’nun raporunu Hindistan’dan canlı örneklerle detaylandırarak tamamlıyor.


DEVLETİN VERİMSİZLİK, ÖZELİN VERİMLİLİK GETİRDİĞİNE İMAN


Çağımıza egemen olan neoliberal ideoloji, sosyal sorunların en iyi şekilde piyasaya bırakılarak ve özel sektör tarafından çözülebileceğini kabul ettiği için, dünyanın hemen her yerinde sağlık sorunlarının çözümü son kırk yıldır piyasa mekanizmalarına ve özel sektöre terk edilmiş durumda.


Devlet tarafından veya kamusal olarak sunulan sağlık hizmetinin “verimsiz” olduğuna, devletin sağlık için ayırdığı kaynakları israf ettiğine inanılıyor ve devletin kendisinin sağlık hizmeti sunması yerine, “verimlilik” anlamına geldiğine iman edilen özel sağlık sektörünü desteklemesi gerektiği söyleniyor.


Sağlık hizmetleri neoliberal politikaların izlenmeye başlandığı 1980’li yıllardan itibaren metropollerde ve Türkiye gibi orta derecede gelişmiş kapitalist ülkelerde, 1990’lı yıllarda da kapitalizme dönen eski sosyalist ülkelerde çeşitli yöntemlerle büyük ölçüde özelleştirildi ve piyasalaştırıldı. Ancak yoksul Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin çoğunda özelleştirilebilecek dişe dokunur bir kamusal sağlık hizmeti yoktu.


Dünyanın en yoksul ülkelerinde özel sağlık sektörünün, bu ülkelerin “iç dinamikleriyle” kurulması mümkün olamayacağından, düşük ve orta gelirli ülkelerde özel hastaneler örgütlenebilmesi için “dışarıdan” destek gerekiyordu. Emperyalist ülkeler de, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde sağlık alanında özel sektörü mali yönden desteklemek amacıyla “Kalkınma Finans Kurumları” (KFK) oluşturdular.


Oxfam dört emperyalist KFK’nun 2010 – 2021 yılları arasında düşük ve orta ölçekli ülkelerde özel sağlık şirketlerine, aracı finans kurumları üzerinden toplam değeri en az 2,4 milyar ABD doları olan 358 doğrudan ve dolaylı yatırım yaptığını tespit etti.


İngiltere, Fransa, Almanya, Avrupa Birliği ve Dünya Bankası’nın KFK’ları, düşük ve orta gelir düzeyindeki ülkelerdeki özel hastaneleri, “Evrensel Sağlık Kapsamı’nı” iyileştirmek amacıyla, yani “herkes gereksinim duyduğu sağlık bakımına erişebilsin” diye finanse etiklerini ifade ediyorlardı.


Vergi mükelleflerinin parasıyla düşük ve orta gelir düzeyindeki ülkelerde özel hastaneleri finanse eden KFK’lar, vergi mükelleflerine paralarının iyi amaçlarla kullanıldığını, finanse ettikleri hastanelerde yoksul halklara sağlık hizmeti sunulduğunu söylüyorlardı. Oysa KFK tarafından finanse edilen özel hastaneler, hastaları sistematik olarak sömürüyordu.


ÖZEL HASTANELER HASTA EMEKÇİLERE HİZMET SUNMUYOR, SÖMÜRÜYOR


Oxfam tarafından yayınlanan “Hasta Kalkınma” başlıklı rapor, düşük ve orta gelir düzeyli ülkelerdeki özel hastanelerin, bu ülkelerdeki emekçileri nasıl sömürdüğünü altı başlık altında özetliyor:


1. Hastalar fatura ödenene kadar özel hastanelerde rehin tutuluyor


British International Investment (İngiltere), Proparco (Fransa), Deutsche Investitions und Entwicklungsgesellschaft (Almanya) ve Dünya Bankası’nın Uluslararası Finans Kuruluşu tarafından finanse edilen Kenya’nın önde gelen özel hastane zincirlerinden Nairobi Kadın Hastanesi, hastalarını faturaları ödenene kadar rehin tutuyor. Bir yeni doğmuş bebeğin en az 3 ay ve bir okul çağındaki çocuğun 11 ay rehin alındığını bildirilmiş. Hastane ölen hastaları da fatura ödenene kadar rehin tutuyor. İki yıla kadar rehin tutulan cesetler var.


2. Ücretsiz tıbbi bakım alma hakkı olan hastalar yoksulluğa itiliyor


Hindistan’ın British International Investment (İngiltere) tarafından finanse edilen Narayana Sağlık ve yine British International Investment (İngiltere), Proparco (Fransa) ve Dünya Bankası’nın Uluslararası Finans Kuruluşu tarafından finanse edilen CARE hastaneleri, hastaların “kamusal sağlık sigortalarını” kabul etmiyor. Bu hastanelerden hizmet alan hastalar, hakları olan hizmet için ücret ödemek zorunda kalıyorlar.


3. Doğum hizmetlerine erişilemiyor


Nijerya dünyanın en kötü dördüncü ana ölüm hızına sahip ülkesi. Yoksulların yüzde 90’ı kendi kendilerine doğum yapmak zorunda kalıyor. Proparco (Fransa), Deutsche Investitions und Entwicklungsgesellschaft (Almanya), AB Yatırım Bankası ve Dünya Bankası’nın Uluslararası Finans Kuruluşu tarafından finanse edilen Hygiea hastaneleri ile British International Investment (İngiltere), Proparco (Fransa) ve Dünya Bankası’nın Uluslararası Finans Kuruluşu tarafından finanse edilen Evercare hastaneleri normal doğum ve sezaryen ameliyatı hizmetlerini yoksul Nijeryalıların karşılayamayacağı fiyatlarla sunuyor.


4. Ücretsiz acil tıbbi bakım hizmeti sunulmuyor


Hindistan’da hastaların bütün hastanelerden ücretsiz acil tıbbi bakım alma hakkı var. Ancak özel hastaneler trafik kazası gibi durumlarda acil servislerine getirilen hastalardan kendilerine yapılan tıbbi müdahalenin ücretini talep ediyor ve fatura ödenene kadar hastayı (veya ölüsünü) rehin alıyorlar.


5. COVID – 19 vurgunculuğu


Uganda’daki Proparco (Fransa), AB Yatırım Bankası ve Dünya Bankası’nın Uluslararası Finans Kuruluşu tarafından finanse edilen Nakasero Hastanesi’nin (Kampala) yoğun bakımda tedaviye alınan COVID – 19 hastalarına günlük 1.900 ABD doları fatura ettiği bildiriliyor.


6. Hastalar gereksiz tedavilere zorlanıyor


Oxfam’ın görüştüğü bir hasta, CARE hastanesinde kendisine kalp damarlarının yüzde 80 tıkalı olduğu ve yaşamının kurtulması için acilen ameliyat olması gerektiğinin söylendiğini ifade ediyor. Şüphelenen hasta daha sonra bir devlet hastanesine gidiyor ve kendisine teşhisin yanlış olduğu söyleniyor.


ÖNCE ZARAR VERME


Yayınlanan diğer Oxfam raporunda, raporlarına Hipokrat’ın “önce zarar verme” aforizmasını başlık seçen Taneja ve Sarkar, Dünya Bankası’nın özel sektör kolu olan Uluslararası Finans Şirketi’nin 1997 yılından beri, çeyrek asırdır, Hindistan’da özel sağlık sektörünü desteklediğini, fakat bu desteğin Hindistanlıların sağlığı üzerinde hiçbir olumlu etkisinin gözlenmediğini ifade ediyorlar.


Uluslararası Finans Şirketi’nin (UFŞ) yatırımlarının çoğunu, Hindistanlıların ezici çoğunluğunun erişemediği “elit”, üçüncü basamak şehir hastanelerine yaptığını, fakat bu hastanelerin söz verdikleri gibi yoksul hastalara ücretsiz bakım sunmadıklarını belirtiyorlar. Oysa Hindistan hükumeti bu hastanelere üzerlerine binalarını inşa ettikleri kamu arazilerini, yoksullara ücretsiz bakım sunma şartıyla bedava veya sübvansiyonlu olarak sağlamış.


Yazarlar UFŞ’nin finanse ettiği özel hastanelerin yalnızca yüzde 14’ünün sağlık sisteminin zayıf olduğu eyaletlerde kurulduğunu söylüyor ve özel hastanelerin hastalardan aşırı ücretler talep ederek ve parası olmayanlara hizmet sunmayarak hasta haklarını ihlal ettiklerini belirtiyorlar.


Raporda küresel özel hastane piyasasının 2020 yılında 10 trilyon ABD doları değerine eriştiği, Hindistan’da özel hastane piyasasının 2025 yılında 236,14 milyar ABD doları değerine ulaşmasının beklendiği ifade ediliyor. Halen Hindistan’da özel hastane sahipleri arasında dört dolar milyarderi bulunuyor: Prathap C. Reddy (Apollo Hastaneleri, 2.3 milyar), Devi Shetty (Narayana Health, 1.1milyar), Abhay Soi (Max hastanesi, 1 milyar USD) ve Arvind Lal (Dr Lal Patoloji, 1.5 milyar).


Oysa bu kaynakların oldukça mütevazı bir bölümü dahi üçüncü basamak yerine birinci basamağa ve tedavi hizmetleri yerine önleyici hizmetlere ayrılsa, Hindistanlıların sağlık durumları üzerinde büyük katkısı olabilir ve Hindistan’ın sağlık göstergeleri önemli ölçüde iyileştirilebilirdi.


CEPTEN SAĞLIK HARCAMALARI HER SANİYE 60 İNSANI YOKSULLUĞA İTİYOR


Dünya Sağlık Örgütü 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaşılırken, dünya nüfusunun “yarısının” en temel sağlık bakımına dahi erişemediğini söylüyor. Oysa daha 1970’li yıllarda “2000 yılında herkese sağlık”, kolayca ulaşılabilir bir hedef gibi duruyordu. Çünkü Emperyalistler-arası İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında birçok ülkede sağlık hizmetleri sosyalleştirilmiş, sağlık hizmetine erişim önündeki maddi engeller büyük ölçüde kaldırılmıştı.


Dünya nüfusunun üçte birinin yaşadığı sosyalist ülkelerde sağlığa erişimin önünde hiçbir engel yoktu ve herkese eşit ve ücretsiz sağlık hizmeti sunuluyordu. Kapitalist metropoller de, kimileri Ulusal Sağlık Hizmeti (İngiltere), kimileri kamu sigortacılığı (Almanya) modeli üzerinden yurttaşlarının sağlık hizmetlerine erişim sorununu büyük ölçüde çözmüştü.


1970’lerde Türkiye sağlık hizmetlerini sosyalleştirme yolunda önemli adımlar atmış, yurttaşlarının büyük bir bölümünün temel sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştırmıştı. Üçüncü Dünya Ülkeleri arasında da sağlık hizmetlerini sosyalleştirenlerin sayısı az değildi.


Oysa bugün 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken her saniye 60 insanın, gereksinim duyduğu sağlık hizmetleri için “cepten” ödeme yapmak zorunda kalması nedeniyle yoksullaştığı bir dünyada yaşıyoruz ve durum her geçen yıl daha da kötüleşiyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder