Translate

4 Aralık 2023 Pazartesi

TTB’ye kayyım atanmasına hekimler ve toplum neden sessiz kalıyor?

 


Kasımın son gününde akşama doğru sosyal medyadan Ankara 31. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi’ni görevden aldığını ve TTB’ye kayyım atadığını öğrendik. Gece ana-akım medya haberi hiç görmezken, birkaç muhalif kanal da “sıradan” bir olay gibi verdi.


Mahkeme kararına karşı bir “refleks” tepkiye tanık olunmadı. İzleyen günlerde de bazı Tabip Odaları tarafından az sayıda hekim katılımıyla yapılan basın açıklamaları dışında hekimlerden dişe dokunur bir tepki görmedik. 100 binden fazla hekim, üyesi oldukları meslek kuruluşunun yöneticilerinin görevden alınmalarına sessiz kaldılar demek abartı olmaz.


TTB BİR STK DEĞİL, KAMU KURUMU NİTELİĞİNDE MESLEK KURULUŞUDUR


Oysa hükumetin TTB’ye karşı giriştiği eylemin, geçtiğimiz haftalarda Anayasa Mahkemesi’ne karşı Yargıtay eliyle girişilen eylemden pek de bir farkı yok aslında. Tabii ülkemizde bu gerçeğin kaç kişi farkında, kim TTB’nin son zamanların moda tabiriyle alelade bir “sivil toplum kuruluşu” olmadığını, “kamu kurumu niteliğinde” bir meslek kuruluşu olduğunu biliyor ayrı mesele.


Bu durumda herkesin hükumetin TTB’ye karşı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) öncülüğünde başlattığı saldırıya karşı durması, TTB’yi de Anayasa Mahkemesi’ni savunduğu gibi savunması gerekir diyeceğiz, fakat toplumun Anayasa Mahkemesi’ne de ne kadar sahip çıktığı ortada. Diğer yandan Mahkeme tarafından görevden alınan Merkez Konseyi üyelerinin, TTB’ye üye 100 binden fazla hekimi ne kadar “temsil” ettikleri de çok tartışmalı bir konu.


Hekimlerin ve toplumun TTB’ye kayyım atanması karşısındaki suskunluğunu anlayabilmek için TTB’nin tarihine ve kuruluşundan bugüne geçirdiği evrime bakmak gerekiyor.


KORPORATİZMDEN SINIF MÜCADELESİNE


TTB 1953 yılında kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu, Tabip Odalarının “çatı örgütü” olarak kuruldu. Döneme egemen korporatist yaklaşımın ürünü olan TTB üzerinden hekimlik ve sağlık alanının kontrolü ve denetimi amaçlanıyordu. Nitekim 1950’li yılların Tabip Odası yönetimlerine bakıldığında, yönetimlerin bugünkü Hıfzıssıhha Kurulları’na benzer bir bileşimde olduğu, sağlık yöneticilerinden oluştuğu görülür.


Ancak 1960’lı yılların ortalarında Türkiye İşçi Partisi’nin kurulması ve Türkiye’de sınıf mücadelesinin alevlenmesiyle birlikte hekimler Tabip Odalarını ve TTB’yi bir “mevzi” olarak görmeye başlar ve ilerici hekimler başta İstanbul, İzmir ve Ankara olmak üzere büyük şehirlerde örgütlenerek Tabip Odaları’nda yönetimlere girerler.


Bu süreç Dr. Erdal Atabek’in TTB Merkez Konseyi başkanı seçilmesiyle birlikte yeni bir ivme kazanır. Atabek’in “biz hekimlerin sınıfsal konumunu sağlık emekçisi olarak yeniden tanımladık” cümlesiyle özetlenebilecek bu süreçte TTB hekimlerin “mesleki çıkarlarından” ziyade, halkın “sağlık hakkı” için mücadelede öne çıkmaya başlar.


1970’li yıllarda “yolumuz işçi sınıfının yoludur” diyen TTB, 1 Mayıs’larda oluşturduğu görkemli kortejlerden, Türkiye’nin ilk Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi’nin düzenlenmesine kadar sınıf mücadelesinin her yerinde görülür.


Bu süreç TTB’nin faşistlerin hedefi haline gelmesine neden olur ve 23 Mayıs 1980’de TTB Merkez Konseyi üyesi Sevinç Özgüner faşist katiller tarafından katledilir. Birkaç ay sonra askeri bir darbeyle iktidarı ele geçiren faşistlerin ilk işlerinden biri TTB’yi kapatmak ve yöneticilerini yargılamak olmuştur.


12 Eylül faşizmi TTB Merkez Konseyi başkanı Erdal Atabek’i tutuklayarak hekimlere gözdağı verir. Daha sonra TTB’nin sosyal etkinliğini kırmak amacıyla TTB yasası değiştirilir. Askeri hekimlerin TTB’ye üye olmaları yasaklanırken, serbest çalışmayan hekimlerin TTB’ye üye olma zorunluluğu kaldırılır. Son olarak TTB Merkez Konseyi İstanbul’dan Ankara’ya taşınarak “kadrolarının” yeniden görev almaları zorlaştırılır.


SINIF SİYASETİNDEN KİMLİK SİYASETİNE


1980’li yıllarda TTB, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesinin mimarı olan Profesör Dr. Nusret Fişek tarafından yeniden canlandırılmaya çalışılır. Ancak Erdal Atabek’in temsil ettiği ve 12 Eylül faşizminde büyük darbe alan sol gelenek çözülmeye başlamış, küresel ölçekte ideolojik bir bunalım içine girmiştir. Bu dönemde büyük şehirlerin Tabip Odaları ve TTB yönetimine gelen ekipler, sınıf mücadelesinden çok “kimlik mücadelesini” önceleyen bir anlayışa sahiptir.


1990’ların ortalarından itibaren TTB yönetimine egemen olmaya başlayan “liberal sol” eğilim TTB’yi 1970’lerde benimsediği “sınıf” çizgisinden ayırmış, sermaye hükumetlerinin ülkemize dayattığı “gerici – etnik saflaşma” içinde taraf haline getirmiştir. Erdal Atabeklerin geleneğinden gelen hekimlerin sürece müdahale çabaları başarılı olamamıştır.


2000’li yıllarda TTB yönetimlerinin izlediği anti-emperyalist duruşu değersizleştiren siyaset, emperyalizmle kol kola giden etnik taraflaşmanın getirdiği yıkımı ve toplumu esir alan gericiliği görmemiştir.


Bu dönemde AKP hükumetinin çıkarttığı yönetmeliklerle bilimsel olmadıkları kanıtlanmış, dinsel referanslı tıbbi müdahalelerin insan sağlığı hiçe sayılarak serbest bırakılması, sağlık kurumlarına psikolog kisvesi altında imamların yerleştirilmesi, tıp fakültelerine “telkin” dersleri konması gibi uygulamalara karşı ciddi bir mücadele örgütlenmemiştir.


TTB’ye egemen olan bileşenler içindeki etnik çizginin, gerici ve liberal nitelikteki “çarpıtılmış sağlık” politikası nedeniyle bu gelişmelere yeterli tepki gösterilmemiştir.


TTB yönetimine egemen olan liberal sol anlayış, meslek örgütündeki konumlanışını etnik siyasi hareketle oluşturduğu ilkesiz ve derinliksiz angajmana yaslamıştır. Dar ulusal hedef ve talepleri, toplumsal – sınıfsal eksenin belirleyici olduğu bir meslek alanına dayatmayı tercih eden TTB Merkez Konseyi, siyasal tercihlerini etnik talepler ve liberal demokrasi hedefi ile sınırlandırmıştır.


Bunun en ciddi sonucu ise iktidarın sağlık alanındaki döner sermaye, aile hekimliği, performans, geleneksel ve tamamlayıcı tıp gibi piyasacı ve gerici uygulamalarına, tıp ve uzmanlık eğitiminin niteliğinin düşmesine ve şarlatanların sağlık ortamına egemen olmasına karşı hekimlerin ve toplumun haklarını koruyan güçlü ve kararlı bir duruşun gösterilmemesidir.


Elbette Mahkeme’nin Merkez Konsey üyelerini görevden almasına hekimler arasından ve toplumdan ciddi bir tepki yükselmemesinin tek nedeni TTB’ye egemen olan kimlikçi siyaset anlayışı değil. Umutlarını Erdoğan’ın yenilgisine bağlayan milyonların, Cumhurbaşkanlığı seçiminde izlenen yanlış politikalar sonucu uğranan ağır hezimetin etkisiyle siyasete küsmesinin veya siyasetten uzaklaşmasının da büyük rolü var.


ŞİMDİ NE OLACAK?


Ankara 31. Asliye Hukuk Mahkemesi, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın TTB Merkez Konseyi üyelerinin örgütün kuruluş amaçlarına aykırı faaliyette bulundukları gerekçesiyle görevlerine son verilmesi talebiyle açtığı davanın 7. duruşmasında Konseyin görevden alınmasına ve TTB’ye kayyım atanmasına karar verdi.


Bu süreçte hükumet ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli birçok kez TTB’nin kapatılmasını ve TTB yöneticilerinin cezalandırılmalarını talep etti. Yine geçtiğimiz yıl MHP, TTB’nin isminden “Türk” sözcüğünün çıkartılması için bir yasa teklifi verdi. Şimdi Mahkeme kararına bakıldığında MHP, TTB ile girdiği mücadeleyi kısmen kazanmış gibi görünüyor. Fakat aslında ortada MHP’nin kazandığı bir şey yok.


Bundan sonra süreç oldukça karmaşık bir seyir izleyecek. Her şeyden önce Mahkeme’nin kararı yandaş medyanın ima ettiği gibi “kesin” karar değil, TTB yöneticileri istinafa başvurabilir. Ancak bunun için öncelikle Mahkeme’nin “gerekçeli kararının” kendilerine tebliğ edilmesi gerek. Muhtemelen gerekçeli kararın tebliğinden sonra Merkez Konseyi üyeleri Bölge Adliye Mahkemesi’ne başvurarak kararın iptalini talep edecekler.


Tabii diğer yandan Mahkeme kararı gereği kayyım olarak atanan Denizli, Erzurum, Samsun, Malatya ve Konya Tabip Odası başkanları TTB’yi yeni Merkez Konseyi’nin belirlenmesi için bir ay içinde seçime götürecek. TTB’nin karara itiraz etmesi, kayyımın faaliyetlerine devam etmesini engellemiyor.


Yani her halükarda mevcut TTB delegeleri muhtemelen 2024 başında yeni Merkez Konseyi’ni seçmek için Ankara’ya gelecekler. Fakat zaten mevcut Merkez Konseyi Mahkeme kararı ile görevden alınmasaydı, zaten Haziran ayında görev süreleri dolmuş olacaktı. O halde yeni Merkez Konseyi sadece birkaç ay için seçilmiş olacak. Dahası delegeler değişmeyeceği için muhtemelen aynı ekip veya mevcut ekibe yakın insanlar yeniden seçilecekler.


Sonuçta TTB yönetiminde hiçbir şey değiştirmeyecek olan bu operasyon, muhtemelen yaklaşan yerel seçimler öncesinde hükumetin küçük ortağı MHP tabanını tatmin etmek için yapılmış görünüyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder