Sağlık Bakanı’nın sosyal medya mesajı yeni bir tartışma başlattı. Bakanın mesajı şu: “Bilelim ki, salgınla mücadele sürecinde, devletimiz, HALKININ SAĞLIĞI KADAR, ULUSAL ÇIKARLARINI DA korumaktadır. Çünkü salgın hayatın bütün alanlarını etkilemektedir. Mesuliyeti olmayan bazı kişilerin tenkitleri, fotoğrafın bir noktasına mercekle bakıp, leke aramaktan farksızdır”.
ULUSAL ÇIKAR NEDİR?
Bakan bu açıklamayı her akşam salgının
gidişine ilişkin vaka ve ölüm sayılarının açıklandığı “turkuaz tablo”
rakamlarının gerçeği yansıtmadığı eleştirilerine yanıt olarak yaptı. Buradan hareketle
turkuaz tablodaki verilerin “ulusal çıkarlar” doğrultusunda revize edildiğini
söylemek mümkün. Peki, nedir korunduğu iddia edilen “ulusal çıkarlar”?
“Halkın sağlığı” kavramının ne
anlattığı çok açık. Halkın sağlığı, sizin, anne ve babanızın, çocuklarınızın,
yakınlarınızın, dostlarınızın ve sevdiklerinizin iyiliği, sağlığı ve son
tahlilde “yaşamıdır”. Tarihin derinliklerinden günümüze ulaşan, insanlık tarihi
kadar eski bir kavramdır. Halkın sağlığı ilkel kabilelerden beri toplumların “varlığının”
güvencesi olarak görülmüştür.
“Ulusal çıkar” (veya milli çıkar) kavramı
ise oldukça yenidir ve sadece birkaç yüz yıl kadar önce “kapitalist” (sermayeci)
üretim tarzıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Kapitalistler (sermayedarlar), kendi
sınıfsal çıkarlarını “bütün halkın çıkarı” olarak yansıtarak “ulusal çıkar”
kavramını geliştirmişlerdir. Ulusal
çıkarları korumanın aracı da “devlet” olarak belirlenmiştir.
Bu anlayışa göre devlet ulusal
çıkarların koruyucusu ve kollayıcısıdır. Devlet eylemlerinde ulusal çıkarı yani
bütün halkın çıkarını gözettiğinden, bu eylemlerden toplumun bazı kesimlerinin veya
bazı bireylerin zarar görmesi sineye çekilmelidir.
HALKIN SAĞLIĞINDAN ÖNEMLİ BİR ULUSAL ÇIKAR OLABİLİR Mİ?
Bakan sosyal medya mesajında “devletimiz
halkının sağlığı kadar ulusal çıkarlarını da korumaktadır” diyor. Yani devlet “turkuaz
tabloyu” hazırlarken yalnız halkın “sağlığını” değil, aynı zamanda “ulusal
çıkarlarını” da gözetiyormuş. Gerçekten halkın “sağlığından”, söz konusu COVID
19 hastalığı “ölümcül” bir hastalık olduğuna göre (bugüne kadar “turkuaz
tabloya” göre en az sekiz binden fazla canımızı yitirdik) “yaşamından” daha
önemli bir “ulusal çıkarı” olabilir mi?
Salgının ilk gününden beri “halkın
sağlık gereksinimleri” ile “sermayenin (sermaye birikiminin) gereksinimlerinin”
karşı karşıya geldiğini ve hükumetin salgınla mücadelede halkın sağlık
gereksinimlerini dikkate alması gerektiğini söylüyoruz.
Neydi halkın sağlık gereksinimleri? Toplum
içindeki hastaları tespit edebilmek için mümkün olan en yüksek sayıda insana
test yapılması, tespit edilen hastaların izole edilmesi, bunlarla temaslı
olanların karantinaya alınmaları. Bunun için “toplum” düzeyinde tedbirler
alınması gerekiyordu. Virüsün toplum içinde dolaşımını durdurmak için
insanların bir araya gelmelerinin asgariye indirilmesi, yani hayati olmayan
sektörlerde üretimin durması, insanların evlerinde kalması gerekiyordu.
Sermaye salgının başından itibaren bu
tedbirlere karşı çıktı. Çünkü sermaye birikimi için üretimin devam etmesi
gerekiyordu. İnsanlar işyerlerine gidebilmek için toplu taşıma araçlarında kucak
kucağa seyahat edecekmiş, işyerlerinde dip – dibe çalışacaklarmış, fiziksel
mesafe korunamayacakmış, hastalık işyerlerinden bütün topluma yayılacakmış ne
gam? Yeter ki üretim durmasın, artık değer sömürüsü devam etsin.
Kapitalistlerin (sermayedarların)
çıkarları, “ulusal çıkar” olarak tanımlanınca, halkın sağlığı ikinci plana
düştü. Turistik tesisler boş kalmasın, bu alana yatırım yapan sermayedarlar
zarar etmesin diye yaz aylarına girilirken sağlık tedbirleri gevşetildi. Çanakkale’de
İl Hıfzıssıhha Kurulu, Dardanel fabrikasında bu anlayışla “kapalı devre”
çalışma sistemi diye bir ucube yarattı.
İNSANLARIN COVID 19’A YAKALANMASI VE ÖLMESİ ÖNLENEBİLİRDİ
Bugüne kadar Bakan’ın ifadesiyle “ulusal
çıkarlar” (bunu sermayenin çıkarları olarak okuyabilirsiniz) doğrultusunda
revize edildiği anlaşılan verilere göre COVID 19 pandemisinde en az sekiz
binden fazla canımızı yitirdik. Yine aynı verilere göre en az 320 bin insanımız
hasta oldu, hastanelerde süründü. Oysa bütün bulaşıcı hastalıklar gibi COVID 19
da “önlenebilir” bir hastalıktır.
Ülkemizde tıbba ve sağlığa egemen
olan “bireyci” yaklaşım nedeniyle maalesef aralarında halk sağlığı, enfeksiyon
hastalıkları uzmanları da olan hekimlerimizin bir kısmı da dahil, halkımızın
büyük çoğunluğu “önlenebilir” sözcüğünün ne anlama geldiğini tam olarak
kavrayamıyor.
Önlenebilir demek, gerekli “önlemler”
(tedbirler) alınması halinde hastalığın görülmeyeceği, yani insanların
hastalanmayacağı ve dolayısıyla bu hastalık nedeniyle yaşamını yitirmeyeceği
demektir. İnsanların COVID 19 hastalığına yakalanmaları ve bu hastalık
nedeniyle yaşamlarını yitirmeleri “kaderleri” değildir. Hekimlik sadece
hastalananları tedavi etmek demek değildir, hastalıkların önlenmesi için
tedbirler önermek de hekimliğin bir parçasıdır.
Aynı iş cinayetlerinde, trafik
cinayetlerinde, kadın cinayetlerinde olduğu gibi COVID 19 cinayetlerinde de “gerekli
tedbirler” alınsaydı, bu hastalık nedeniyle yitirdiğimiz canlar bugün aramızda
olacaklardı.
Bu tedbirler “sır” değildir. Bilim “bulaşıcı
hastalıklarla” nasıl mücadele edileceğini, insanlar hastalanmasınlar,
yaşamlarını yitirmesinler diye hangi tedbirlerin alınması gerektiğini tanımlamıştır.
Bunlar ilgili okullarda “ders” olarak okutulmakta, fakat kapitalist (sermayeci)
toplumlarda bu tedbirler kapitalistlerin (sermayedarların) çıkarlarına ters
düştüğünden yaşama geçirilememekte, ders kitaplarında kalmaktadır.
Salgın yönetimine sermayenin değil,
halkın çıkarlarının ve “bilimin” egemen olması için salgın yönetimini “halkın”
ele alması, hükumeti “bilimin” gereklerini yerine getirmeye zorlaması
gerekiyor. Salgınla sermaye profesörlerinin kerameti kendilerinden menkul “açıklamaları”
ile değil, halk sağlığı ve enfeksiyon hastalıkları kitaplarında yazılı bilimsel
doğrular çerçevesinde mücadele edilmesi gerekiyor.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder