Kasım ayı ile birlikte salgın yeni bir aşamaya giriyor. Bu kez karşımızda düşman yalnız COVID 19 değil, ona eşlik edecek olan mevsimsel grip de mücadelenin içinde olacak.
Salgının başladığı günlerde mevsimsel
grip sezonunun sonunda olduğumuz için çok şanslıydık. Aslında bu şansımızı
önümüzdeki günlerde başlayacak olan yeni mevsimsel grip sezonuna hazırlık
yaparak geçirebilseydik, diğer bir deyişle ülkemizin gereksinimi olan 30 milyon
doz grip aşısını zamanında sipariş edip bugünlerde uygulamaya başlayabilseydik,
bu şansımızı bugün de sürdürebilecektik.
Ancak bütün uyarılarımıza rağmen
yeterli grip aşısı ithal edilmedi ve bugün ithal edilebilen çok az sayıdaki
aşıyı yaptırabilmek için insanlar “torpil” aramaya başladılar. Artık maalesef
risk grubunda olanların en çok onda birinin aşılanabileceğini biliyoruz.
Elbette bu durumdan kendisini sadece iktidarı aşı ithal etmediği için
eleştirmekle sınırlayan ve toplum içinde güçlü bir “aşı hakkı” mücadelesi
örgütlemeyi beceremeyen muhalefet de sorumlu.
Hal böyleyken bir de son günlerde salgınla
mücadeleye ilişkin birtakım “garip” görüşler ortalıkta dolaşmaya başladı. Bu
görüşlere göre karantina tedbirlerinin amacı hastalığı izole etmek ve yayılmayı
engellemekmiş. Buradan yola çıkılarak salgının “başlarında” karantina
tedbirlerinin savunulduğu ancak bugün artık virüs her yerde olduğundan,
karantina tedbirlerini savunmanın anlamı kalmadığı iddia ediliyor.
Böyle düşünenler salgınla mücadelede artık
karantina tedbirlerinin etkili olamayacağını savunuyorlar. İş işten geçmiş. Devlet
karantina tedbirlerini başta almalıymış. Artık çok geç kalınmış. Bu vakitten
sonra değil 2 hafta, 2 yıl ülkeyi kapatsanız bu salgın bitmez diyorlar. Virüs artık
her yere yayılmış ve nasıl her yıl grip oluyorsak bu virüs de günlük yaşamın
bir parçası olacakmış. Hatta olmuş bile.
Bu düşüncedekiler bugün karantina tedbirleri
almak yerine istisnaları çok iyi ve cimrice belirlenmiş kısıtlama tedbirleri
almanın salgının belini kırmak için en etkili yol olduğunu iddia ediyorlar. Yine
son günlerde artan vaka sayılarının okulların açılmasıyla “değil”, hava
sıcaklığının düşmesiyle ilişkili olduğunu iddia ediyorlar.
Aslında bu iddiaları “ciddiye” almak
ve yanıt vermek gerçekten gereksiz, fakat özellikle son günlerde çeşitli
çevrelerin başlattığı dezenformasyon kampanyası nedeniyle insanların kafaları çok
karışık. Örneğin yetkililerin görevlerini yerine getirerek ülkenin ihtiyacı kadar
grip aşısı siparişi vermediğinin tartışıldığı günlerde bazı gazetelerde Güney
Kore’de grip aşısı yaptıran 59 kişinin hayatını kaybettiği türünden uydurma
haberlerin çıkması hiç tesadüf değil. Bu nedenle yukarıdaki iddiaları
yanıtlamak zorundayız.
Maalesef Türkiye’de bugüne kadar bir
"halk sağlığı" kültürü oluşturamadığımız için halk sağlığı konusunda
hekimlerimizin büyük bir bölümü, hatta "halk sağlığı" alanında
mezuniyet sonrası eğitim almış hekimlerin bir bölümü de dahil çok cahiliz. Bu
nedenle birçok insanın ne anlama geldiğini tam olarak bilmediği veya
kavrayamadığı “karantina” kavramını tartışmakla başlayabiliriz.
"Karantina" sağlıklı
insanların, hastalarla yakın temas içinde olmuş veya hastalığın yaygın olduğu
bir bölgeden gelmiş “şüpheli” insanlardan ayrılması, "karantina
tedbirleri" de bunu sağlamak için alınan tedbirler demektir.
Örneğin hasta biriyle yakın teması
bulunan veya hastalığın yaygın olduğu bilinen bir bölgeden gelen birinin,
hastalığın kuluçka süresi boyunca evinde kalmasının sağlanması bir karantina
tedbiridir.
"İzolasyonda" ise
karantinadan farklı olarak hasta olduğu bilinenler (test pozitif olanlar)
hastalık belirti ve bulguları göstermeseler dahi hastalığı sağlıklı insanlara
bulaştırmamaları için toplumdan “izole” edilirler.
Toplum içinde çok anlaşılmadığı için
bir kez daha yinelemek gerekirse karantina hastalara “değil”, sağlıklı olan,
hiçbir yakınması, belirti veya bulgusu (öksürük, ateş vb) “bulunmayan”, fakat
virüse “maruz” kaldığı düşünülen bireylere yönelik tedbirleri ifade eder.
Karantinanın süresi, hastalığın kuluçka süresi, yani COVID 19 için 14 gündür.
Fakat Kerala gibi bazı yerlerde bunun sosyalist hükumet tarafından 21 gün
olarak uygulandığını biliyoruz.
İzolasyon ise tamamen “hasta”
bireylere yöneliktir, ancak burada “hasta” bireyde henüz hastalığın belirti ve
bulguları ortaya çıkmamış (presemptomatik dönem) olabilir veya hastada belirti
ve bulgular hiç ortaya çıkmayabilir (asemptomatik). Peki, bu son vakaların
hasta olduğunu nereden biliyoruz? Yapılan testin pozitif çıkmasından. İzolasyon
süresi hastanın tamamen iyileşme süresidir, kişiye göre değişir.
Bunlar dışında insanlar arasında
yakın teması önlemek için alınan fiziksel mesafe tedbirleri vardır. Bunlar
okulların ve işyerlerinin kapatılması, toplu ulaşımın kısıtlanması ve sokağa çıkma
yasağı gibi tedbirlerdir.
Dünyanın birçok ülkesinde yapılan
bilimsel çalışmalarda “tek başına” karantina tedbirlerinin morbiditede
(hastalanma) yüzde 44 – 96 ve mortalitede (ölüm) yüzde 31 – 76 oranında azalma
sağladığını ortaya koymuştur. Yine bilimsel çalışmalar karantina ve izolasyon
tedbirlerinin, okulların ve işyerlerinin kapatılması, toplu ulaşımın
kısıtlanması ve sokağa çıkma yasağı gibi tedbirlerle “birlikte” uygulanması
halinde morbidite ve mortalitenin daha da azaldığını göstermektedir.
Nitekim bu tedbirlerin uygulanabildiği
ülkelerde (Küba, Çin, Vietnam, Güney Kore, Yeni Zelanda vb) vaka ve ölüm
sayıları çok düşük iken, uygulanmadığı ülkelerde oldukça yüksek seyretmektedir.
Hatta Türkiye örneğinde de görüldüğü gibi tedbirlerin alınması ve gevşetilmesi,
hastalığın seyrinde büyük dalgalanmalar meydana getirmektedir.
O halde “karantina, yayılmayı
engellemek için, hastalığı izole etme için uygulanır, şimdi artık virüs her
yerde” cümlesi yanlıştır. Virüsün her yerde olması karantina tedbirlerinin
doğasını değiştirmez, gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Karantina tedbirleri
tarih boyunca salgın hastalıklarla mücadelenin temelini oluşturmuştur, bugün de
oluşturmaya devam etmektedir ve gelecekte de etmeye devam edecektir.
Bugün salgın her yere yayıldığı için
"sokağa çıkma yasağı", aslında karantina uygulanması anlamına da
gelmektedir. Yani sokağa çıkma yasağı ile karantina kavramsal olarak da
birbirine karışmış durumdadır. Sağlamları – şüphelileri karantinaya alabilmek
için yaygın bir sokağa çıkma yasağı gerekmektedir ve bunun
"kısıtlamalarla" sağlanabilmesi mümkün değildir.
Karantina tedbirlerinin alınması “sermayenin”
işine gelmediğinden, dünyanın her köşesinde bu tedbirlerin alınmaması veya hiç
değilse sulandırılarak, sermaye birikimine halel getirmeyecek biçimde alınması
için ciddi çaba harcayanlar vardır. Bu tür çabalar içinde olanlar, salgınla mücadelede
karantina tedbirlerinin ne kadar etkili olduğunu gizlemeye çalışmaktadır. Oysa
her gün dünyanın her yerinde karantina tedbirlerinin, bizdeki gibi “yalandan”
değil, gerçekten alındığı takdirde ne kadar etkili olduğuna ilişkin yayınlar
yapılmaktadır.
COVID 19 salgınında karantina
tedbirleri ilk kez 22 Ocak’ta Çin tarafından Wuhan kentinde uygulanmıştı.
Avrupa’da ise karantina tedbirleri alan ilk ülke İtalya oldu (10 Mart). Daha
sonra dünyada birçok ülke ve Türkiye karantina tedbirleri almaya başladılar.
Ancak yaz aylarına gelindiğinde birçok ülke “ekonomik” gerekçelerle tedbirleri
gevşetmeye başladı.
Anımsanacağı gibi başta Dünya Sağlık
Örgütü olmak üzere birçok kuruluş ve bilim insanı salgının henüz geçmediğini,
tedbirlerin gevşetilmemesi gerektiğini, tedbirler gevşetilirse salgının
sonbaharda daha büyük bir atak yapacağını söyledi. Sermaye hükumetleri bu
uyarılara kula vermedi veya veremedi.
Peki, bu süreçte neler oldu? Mart
ayında 170 ülke sınırlarını kapattı ve 140 ülke Dünya Sağlık Örgütü’nün
önerdiği karantina tedbirlerine şu veya bu ölçüde uymaya çalıştı. Bu sırada
henüz vaka sayısı 880 bin, yitirilen can sayısı 43 bin kadardı. Dünyanın her
yerinde ve Türkiye’de vaka ve ölüm eğrileri “düzleşmeye” başladı.
Ardından Dünya Sağlık Örgütü’nün
bütün uyarılarına rağmen ülkeler karantina tedbirlerini gevşetmeye başladılar. Önce
turistik etkinlikler, daha sonra diğerleri açıldı. Ancak asıl bomba “okulların
açılmasıyla” patladı. Birçok uzmanın okulların hastalık yuvası haline
gelebileceği, öğrencilerin okuldan aldıkları hastalığı eve taşıyabilecekleri
uyarılarına kulak verilmedi veya verilemedi. Sonuç? Bugün itibariyle 44.878.011
vaka ve 1.180.914 ölüm…
Yazımızın başında belirttiğimiz gibi
bugün salgının çok daha kritik bir evresine giriyoruz. Bu kez karşımızdaki
düşman bir değil, iki tane. Mevsimsel grip vakaları da zaten iflas noktasına
gelmiş olan sağlık sisteminin önüne olanca ağırlığı ile çıkacak ve mevsimsel
grip vakalarıyla, COVID 19 vakaları birbirine karışacak. Daha da tehlikeli olan
bazıları aynı anda her iki hastalığa birden yakalanabilecekler.
Daha önce de defalarca belirttiğimiz
gibi COVID 19 ve mevsimsel grip en çok toplumun sadece sosyoekonomik bakımdan
değil, aynı zamanda sağlık yönünden de en dezavantajlı kesimlerini (bağışıklık
sistemleri yeterince güçlü olmayanlar) vuruyor. Bu insanların çoğunun bu yıl
zatürre aşılarını da yaptıramadıklarını biliyoruz.
Açıkçası bizi gerçekten çok zor bir
kış bekliyor. Sermayenin “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” politikasına karşı
bir cephe oluşturamamanın bedelini pahalıya ödeyeceğiz. Umalım ki biz yanılıyor
olalım. Umalım ki Kasım sonunda vaka sayısı 200 milyonlarla, can kayıpları 10
milyonlarla ifade edilmesin.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder