COVID 19 salgını, işçi sınıfı hala salgın yönetimine el koy(a)madığı için, salgın yönetimini sermayeye bıraktığı için bütün hızıyla devam ediyor. Şimdiye kadar 50 milyona yakın insan enfekte oldu ve 1 milyon 200 binden fazla insan yaşamını yitirdi. Şimdi günde 500 – 600 bin kişi enfekte oluyor ve 7 bine yakın can yitiriyoruz. Oysa işçiler ve emekçiler salgına müdahale edebilseydi, pandemi şimdiye kadar çoktan “tarih” olacaktı.
Daha Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) “pandemi”
ilan etmeden, dünyada salgının üstesinden nasıl gelinebileceği konusunda
birbirine taban tabana zıt iki görüş ortaya çıkmıştı: Sermaye her ne pahasına
olursa olsun çarklar dönecek diyerek, ölen ölsün kalan sağlar bizimdir anlamına gelen “sürü bağışıklığı” stratejisini ortaya
atarken, emekten yana güçler virüsün toplum içinde yayılmasının
durdurulabilmesi için işyerlerinin ve okulların kapatıldığı, insan
hareketlerinin kısıtlandığı “gerçek bir karantina” stratejisi önermişlerdi.
Tek tek ülkelerde süreç, işçilerin ve
emekçilerin ülkelerdeki bilinç ve örgütlülük düzeyleri temelinde ilerledi. İşçilerin
ve emekçilerin sınıf bilincinin daha yüksek olduğu, daha örgütlü oldukları
ülkelerde hükumetler karantina tedbirleri alarak salgını kısa sürede kontrol
altına almayı başardılar ve yaşam normale döndü. Türkiye gibi işçi işçilerin ve
emekçilerin sınıf bilincinin göreli düşük olduğu, örgütsüz oldukları ülkelerde
ise hükumetler sermaye yanlısı politikalar izleyerek salgın hastaneleri iflas
noktasına getirdiğinde “kısmi” karantina tedbirleri aldılar, tehlike azalınca
tedbirleri gevşettiler (sürü bağışıklığı stratejisi).
Avrupa’da salgının ilk aylarında emek
ve sermaye arasında salgınla mücadele stratejisi üzerine bir “uzlaşmaya” gidildiğini
gördük. Merkez Bankaları Avrupa Birliği bölgesinde piyasaya 1.25 trilyon ve
İngiltere’de 645 milyar Euro pompalayarak, sermayenin karantina tedbirleri
alınmasına rıza göstermesini sağladılar. Alınan tedbirlerle salgın kontrol
altına “alınır gibi oldu”. Fakat yaz aylarına girilmesiyle birlikte sermaye,
hükumetlerden hızla “normalleşme” talep etti ve tedbirler gevşetilmeye başladı.
İşçiler ve emekçiler bu noktada salgın yönetimine müdahale ederek, tedbirlerin
gevşetilmesini önleyemediler.
Bugün sonbahara girilmesiyle birlikte
“beklendiği gibi” salgın yeniden tırmanışa geçti. Aslında durum Nisan ayında
olduğundan çok daha tehlikeli olmasına rağmen, bu kez sermaye bir “uzlaşmaya”
gitme niyetinde görünmüyordu. Her ne pahasına olursa olsun okulları açık tutmak
ve üretimi sürdürmekte kararlıydı. Ancak Avrupa’da işçiler ve emekçiler gecikmeli
de olsa sermayenin taleplerine karşı harekete geçtiler (1).
Şimdi Avrupa’da hükumetler, sermayeyi
rahatsız etmeyecek, çarkları durdurmayacak, fakat emekçileri de yatıştıracak
tedbirler üretmeye çalışıyor. İspanya, İngiltere ve Fransa’da, zaten nüfusun
büyük çoğunluğunun evlerinde olduğu gecenin geç saatlerinde “sokağa çıkma
yasağı” ilan edilmesi bunun en somut örneği. Gündüz öğrencilerin okullara ve
işçilerin işyerlerine gitmeye devam edeceği, fakat gece evlerinde kalacakları
bir karantinanın salgın üzerinde nasıl pozitif bir etkisi olabilir?
Bu “soytarılığa” son verebilecek ve
salgına karşı gerekli karantina tedbirlerinin alınmasını sağlayabilecek tek güç
işçi sınıfıdır. İşçiler ve emekçiler “üretimden gelen güçlerini” kullanarak
sermayeyi ve hükümetleri tam karantina tedbirleri almaya zorlayabilirler.
Virüsün toplum içinde dolaşması ancak böyle durdurulabilir.
Maalesef bazı “cahil” kesimlerin, tam
karantina tedbirinin salgının ilk günlerinde etkili olabileceğini, artık
virüsün her yere yayıldığını ve bu nedenle karantina tedbirlerinin salgının durdurulmasında
etkili olmayacağını savunarak, el altından sermayenin “sürü bağışıklığı”
stratejisini desteklediklerine şahit oluyoruz. Hatta “değil 2 hafta, 2 yıl bile
sokağa çıkma yasağı ilan etseniz salgını durduramazsınız artık” diyebilenler
bile çıkıyor. Elbette bunca cehalet ancak “tahsil” ile mümkün olabiliyor. Bu
düşünceleri ne yazık ki son onyıllarda tıp eğitiminin kalitesinin çok düşmesi
sayesinde bir şekilde tıp diploması edinebilmiş “hekimler” savunabiliyorlar.
Salgını durdurabilmenin tek çaresi, herkesin evinde kalmasını garanti altına alacak tam karantina tedbirleridir. Bu süreçte devlet herkesin gelirlerini ve geçimlerini garanti altına almalıdır. Bütün çalışanların maaş ve ücretleri çalışıyorlarmış gibi ödenmeye devam edilmeli, “küçük” işletmelerin olası kayıpları yine devlet tarafından telafi edilmelidir (2). Bunların sağlanabilmesi için işçilerin ve emekçilerin “üretimden gelen güçlerini” kullanmaları şarttır. Proletarya partileri bu tezleri savunmalı ve işçileri, emekçileri bu talepler doğrultusunda örgütleyerek mücadeleye sevk etmelidir.
1. https://www.wsws.org/en/articles/2020/10/17/euro-o17.html
2. https://www.jacobinmag.com/2020/10/italy-covid-coronavirus-lockdown-protests
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder