Translate

18 Ocak 2021 Pazartesi

Bilim kurulu


 
Geçtiğimiz hafta sonu Türkiye’de “akademinin” ne hale geldiğini bütün açıklığıyla sergileyen utanç verici bir olay yaşandı.

 

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Saltık, Türkiye’nin en çok izlenen TV kanallarından birinde, Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu’nda yer alan 38 tıp profesörünü topa tuttu.

 

Saltık, Bilim Kurulu üyelerinin Sinovac şirketinin aşısının etkinliğini hesaplarken yaptıkları hatayı tıp fakültesi birinci sınıf öğrencisi yapsa sınıfta bırakırım dedi:

 

Yüzde 91,25 çok üzgünüm ama gerçek bir bilimsel skandaldır. Yavaş yavaş, tane tane söylüyorum, Bilim Kurulu’ndaki arkadaşlarıma saygı kusuru etmek istemem ama 44 yıllık bir hekim, halk sağlıkçı, yıllarca bu çalışmaların içinde bulunmuş eğitimini vermiş, biyoistatistik masterı da yapmış bir çok kıdemli hekim olarak söyleyeyim ki, aşı etkinliğini hesaplamak üzere verilen tabloda 3 / 752, yani aşı yapılan 752 insandan üç kişi hastalanmış, efendim öbür tarafta aşı yapılmayan 570 kişide 26 kişi hastalanmış, burada yüzde 91,25 hesaplıyoruz dedikleri an ben çıldırdım…. Yani böyle bir şeyi tıp fakültesi birinci sınıfında biyoistatistik, yıllarca biyoistatistik dersleri verdim, öğrencisi yapsa çık dışarı derdim ve bırakırdım sınıfta”.

 

Bu çok ağır hakaret karşısında Bilim Kurulu’nda yer alan 38 tıp profesöründen bir tanesi çıkıp, “Ahmet hocam sen ne diyorsun” demedi. Bir tanesi kendisini savunmadı. Olay derin bir sessizlikle geçiştiriliyor.

 

Açıkçası bugüne kadar Bilim Kurulu’ndaki tıp profesörlerinin akademik yönden yeterliliklerinden şüphe duyduğumuzu biz de yazılarımızda belirtmiştik ve Ahmet Saltık hocaya bir yanıt vermelerini beklemiyorduk.

 

Bilim Kurulu’ndaki akademisyenler “görevlerini” yapıyorlar. İleride muhtemelen bir savunma yapmak durumunda kalırlarsa, “biz emirleri yerine getirdik” diyecekler.

 

Bizi asıl hayrete düşüren bu olay karşısında “Türkiye’nin” sessiz kalması.

 

Mesela neden çocukları Bilim Kurulu üyelerinin ders verdiği üniversitelerde okuyan veliler, “çocuklarımıza bunlar mı ders veriyor” demiyor?

 

Neden Bilim Kurulu üyelerinin öğrencileri, “biz Ahmet hocanın sınıf geçirmeyeceği profesörlerden ders almak istemiyoruz” demiyorlar?

 

Bilim Kurulu’ndaki tıp profesörlerinin çoğu klinisyen, yani hasta bakıyorlar. Acaba hastaları Ahmet hocanın sınıf geçirmezdim dediği bu hocalara muayene olmaya gitmeye devam edecekler mi?

 

Ya bilimsel dergiler? Bilimsel dergiler bundan sonra Ahmet hocanın “çaktırırdım” dediği Bilim Kurulu üyelerinin makalelerini yayınlayacaklar mı?

 

Değerli okurlarımız, bunlar size “abartılı” görünüyor olabilir. Çünkü maalesef Türkiye’de böyle kepazelikler karşısında şerbetlenmiş durumdayız. Fakat gerçekten çok büyük bir skandal ile karşı karşıyayız. Emin olunuz Mustafa Kemal’in 1933 Üniversite Reformu ile dağıttığı İstanbul Dârülfünunu bu hallere düşmemişti.

 

Elbette buraya bir günde gelmedik. Akademinin bu hale gelmesi, 12 Eylül 1980 faşist darbesine dayanıyor.

 

Anımsayın, 1981 yılında kurulan Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ile üniversitelerin özerkliğine son verilmişti. Daha sonra üniversiteler 2000’li yıllarda siyasi iktidara bağlı kurumlar haline getirildi. Bugün yaşananlar bu 40 yıllık sürecin sonuçlarıdır.    


Akif Akalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder