Translate

27 Aralık 2021 Pazartesi

Yoksulların kaderi virüsün gücünü yitirmesine bağlı


Salgının üçüncü yılına girilirken küresel aşılama verileri, küresel sosyal eşitsizlikleri yansıtıyor. Yüksek gelir grubundaki ülkelerde üçüncü doz aşılar yapılırken, düşük gelirli ülkelerde yaşayanların yüzde 8,3’ü sadece “bir” doz aşı yaptırabilmiş. Bu yüzde 8,3’ün de düşük gelirli ülkelerin “zenginleri” olduğunu tahmin etmek güç değil.

 

Peki, bu işin sonu nereye varacak?

 

SOSYAL EŞİTSİZLİKLERİN BİYOLOJİK İFADELERİ

 

Amerikalı hekim ve tıbbi antropolog Paul Farmer, 1999 yılında yayınlanan “Enfeksiyonlar ve Eşitsizlikler” başlıklı kitabında, aslında tıbbın yüzde 100 iyileştirebildiği ve günümüzden 70 yıl önce artık “tarih” olacakları düşünülen hastalıkların, sadece yoksulların tedaviye erişememeleri nedeniyle hala aramızda olduklarını söylüyordu.

 

Bu konuda verdiği örnek, edebiyatımızda “ince hastalık” olarak bilinen verem hastalığıydı. Vereme yol açan mikrop 1882 yılında bulunmuş, Koch bu buluşu için 1905 yılında Nobel ödülü almış, ilk verem aşısı 1921’de uygulanmış, İkinci Paylaşım Savaşı yıllarında veremin etkin tedavisi keşfedilmiş ve artık veremin tarihe karışacağı umulmuştu. 

 

Oysa Farmer’ın kitabının yayınladığı tarihte (1999) verem hastalığının etkili tedavisinin bulunması üzerinden 50 yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen, verem hala dünyada enfeksiyonlara bağlı önlenebilir ölüm nedenlerinin başında geliyordu. Farmer bunun nedeninin, yoksul verem hastalarının tedaviye erişememeleri olduğunu söylüyordu.

 

TEDAVİYE ERİŞİMDE EŞİTSİZLİKLER, SAĞLIKTA EŞİTSİZLİKLERİ KÖRÜKLÜYOR

 

Farmer’ın kitabında verdiği diğer bir örnek, kendisinin de yakından tanıklık ettiği AIDS süreciydi. 1996 yılında AIDS hastalığı için etkili bir tedavinin bulunduğu açıklanmasıyla sevince boğulan 30 milyon hasta, tedavinin “hediyesinin” yılda 20 bin dolar olduğunu öğrendiğinde hayal kırıklığı yaşamıştı.

 

Bu örneklere şimdi de COVID 19 katılmış görünüyor. Aşının ve bugünlerde kullanım onayı alan ilaçların parasını verebilenler ile veremeyenler arasında sağlık (veya hastalık) yönünden bir eşitsizlik oluşuyor veya sosyal-ekonomik eşitsizlik, kendisini biyolojide bu şekilde ifade ederek, sağlığın toplum içinde eşitsiz dağılımına yol açıyor.

 

ourwoldindata.org verilerine göre bugün dünyanın 4 ülkesinde aşı yaptırabilenlerin oranının yüzde 1’in, 36 ülkesinde yüzde 10’un ve 60 ülkesinde yüzde 25’in altında kaldığını görüyoruz. Bu 60 ülke içinde Suriye, Irak, Ermenistan gibi sınır komşularımız ve Afganistan gibi yoğun göç aldığımız ülkeler var. Peki, bu ülkelerde aşı oranları yerlerde sürünürken biz “güvende” olabilir miyiz?

 

SOSYAL TEDBİRLERİN EŞLİK ETMEDİĞİ TIBBİ ÇÖZÜMLER BAŞARISIZLIĞA MAHKUMDUR

 

Rudolf Virchow 173 yıl önce sağlık sorunlarının “tek başına” tıbbi tedbirlerle çözülemeyeceğini, tıbbi tedbirlerin başarılı olabilmesi için sosyal tedbirlerin eşlik etmesi gerektiğini söylemişti. 21. yüzyılda hala Virchow’a kulak vermemekte direniyor ve her seferinde yeniden duvara tosluyoruz.

 

Birçokları 1998 yılında verem mikrobunun “genomu” ortaya çıkartıldığında kopartılan yaygarayı anımsayacaktır. Genom dizilemesini yapan bilim insanları, artık mikrop hakkında “her şeyi” öğrenebileceğimizi ve böylece “daha etkili” koruyucu ve tedavi edici müdahaleler geliştirilebileceğini müjdelemişlerdi.

 

Bu müjdenin üzerinden de 24 yıl geçti. Ne oldu? Günümüzde dünyada hala her yıl 10 milyon insan verem hastalığına yakalanıyor ve hastalık nedeniyle hala 1,5 milyon insan yitirmeye devam ediyoruz. Neden? Çünkü Virchow’u dinlememekte ısrar ediyoruz.

 

NEDİR BU SOSYAL TEDBİRLER?

 

Tıbbi tedbirlerin neler olduğu konusunda herkes bilinçli. Sağlık sorunlarının çözümü için tıbbi tedbirler aşı, ilaç, tıbbi teknoloji gibi herkesin çok iyi bildiği araçlardan oluşuyor. Oysa “sosyal tedbirler” konusunda çok “bilinçli” değiliz. Bunu COVID 19 sürecinde bir kez daha gördük.

 

Aşı, ilaç ve tıbbi teknoloji konusunu tartıştık. Bu tedbirlerin başarısının anahtarı, insanların tedbirlere “erişebilmeleridir”. İnsanlar mali nedenlerle aşıya, ilaca veya tıbbi teknolojiye erişemiyorsa, bu tedbirler sağlık sorunlarını çözemedikleri gibi, sağlıkta eşitsizliklerin artmasına neden olurlar.

 

O halde insanların tıbbi tedbirlere erişebilmeleri için “sosyal tedbirler” alınmalı, yani örneğin aşıya, ilaca ve tıbbi teknolojilere erişimin önündeki “mali engeller” kaldırılmalıdır. İşte “sosyal” tedbirlerden biri budur. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi, bir devlet hizmeti haline getirilmesi, genel vergilerden finanse edilmesi gibi uygulamalar “sosyal” tedbirlerdir.

 

COVID sürecinde alınan bütün “halk sağlığı” tedbirleri de, “sosyal” tedbirler eşlik etmediği için başarısız oldu. İnsanlara “evde kalın” dendi, fakat evde kalabilmeleri için gerekli maddi destek sağlanmadı. “Karantina” tedbirleri alındı, fakat işyerleri kapatılmadı. “Maske” dendi, fakat insanlara (hatta bir dönem sağlık emekçilerine dahi) maske dağıtılmadı. 

 

“Sosyal mesafe” tedbiri, esas olarak hava yoluyla bulaşan bütün hastalıklarda olduğu gibi COVID 19 hastalığında da çok etkili bir “halk sağlığı” tedbiridir. Fakat okullar ve işyerleri kapatılmaksızın (sosyal tedbir), insanların sosyal mesafe kuralına uyabilmeleri mümkün mü? Vatandaş işine, okuluna nasıl gidecek? Bindiği toplu taşıma araçlarında, işyerlerinde, okullarda sosyal mesafesini nasıl koruyacak?

 

İŞİMİZ DOĞAYA KALDI

 

Türkiye’de ve dünyada COVID 19’a karşı mücadelenin yalnız tıbbi tedbirlerle yürütülmesinde ısrar edildiğini görüyoruz. Bu tedbirlerin de nasıl yarım yamalak ve bilimsellikten uzak bir şekilde uygulandığını biliyoruz. Daha da beteri ne toplumun COVID 19 nedeniyle en çok can veren kesimleri, ne de bu kesimlerden yana olduklarını iddia eden örgütler (siyasi partiler, sendikalar vb) sosyal tedbirler için ciddi bir mücadele veriyor.

 

Bu durumda Türkiye’nin ve dünyanın yoksulları için tek umut “doğa” kalıyor. COVID 19 belasından, ancak virüs halimize acıyıp, insanlara bulaşma ve hastalandırma gücünü yitirirse kurtulabileceğiz. Bu süreç kaç yıl sürer, daha kaç yeni varyant çıkar bilemiyoruz.

 

Fakat tarihte “bitmeyen” bir salgın yok, bütün salgınlar bir şekilde bitiyor. Ölenler, hastalananlar, hastalık yüzünden işini, aşını yitirenler de yanımıza “kâr” kalıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder