Salgının üçüncü yılına girilirken
küresel aşılama verileri, küresel sosyal eşitsizlikleri yansıtıyor. Yüksek
gelir grubundaki ülkelerde üçüncü doz aşılar yapılırken, düşük gelirli
ülkelerde yaşayanların yüzde 8,3’ü sadece “bir” doz aşı yaptırabilmiş. Bu yüzde
8,3’ün de düşük gelirli ülkelerin “zenginleri” olduğunu tahmin etmek güç değil.
Peki, bu işin sonu nereye varacak?
SOSYAL EŞİTSİZLİKLERİN BİYOLOJİK İFADELERİ
Amerikalı hekim ve tıbbi antropolog Paul
Farmer, 1999 yılında yayınlanan “Enfeksiyonlar ve Eşitsizlikler” başlıklı
kitabında, aslında tıbbın yüzde 100 iyileştirebildiği ve günümüzden 70 yıl önce
artık “tarih” olacakları düşünülen hastalıkların, sadece yoksulların tedaviye
erişememeleri nedeniyle hala aramızda olduklarını söylüyordu.
Bu konuda verdiği örnek,
edebiyatımızda “ince hastalık” olarak bilinen verem hastalığıydı. Vereme yol
açan mikrop 1882 yılında bulunmuş, Koch bu buluşu için 1905 yılında Nobel ödülü
almış, ilk verem aşısı 1921’de uygulanmış, İkinci Paylaşım Savaşı yıllarında veremin
etkin tedavisi keşfedilmiş ve artık veremin tarihe karışacağı umulmuştu.
Oysa Farmer’ın kitabının yayınladığı
tarihte (1999) verem hastalığının etkili tedavisinin bulunması üzerinden 50 yıldan
fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen, verem hala dünyada enfeksiyonlara bağlı
önlenebilir ölüm nedenlerinin başında geliyordu. Farmer bunun nedeninin, yoksul
verem hastalarının tedaviye erişememeleri olduğunu söylüyordu.
TEDAVİYE ERİŞİMDE EŞİTSİZLİKLER, SAĞLIKTA EŞİTSİZLİKLERİ KÖRÜKLÜYOR
Farmer’ın kitabında verdiği diğer bir
örnek, kendisinin de yakından tanıklık ettiği AIDS süreciydi. 1996 yılında AIDS
hastalığı için etkili bir tedavinin bulunduğu açıklanmasıyla sevince boğulan 30
milyon hasta, tedavinin “hediyesinin” yılda 20 bin dolar olduğunu öğrendiğinde
hayal kırıklığı yaşamıştı.
Bu örneklere şimdi de COVID 19
katılmış görünüyor. Aşının ve bugünlerde kullanım onayı alan ilaçların parasını
verebilenler ile veremeyenler arasında sağlık (veya hastalık) yönünden bir
eşitsizlik oluşuyor veya sosyal-ekonomik eşitsizlik, kendisini biyolojide bu
şekilde ifade ederek, sağlığın toplum içinde eşitsiz dağılımına yol açıyor.
ourwoldindata.org verilerine göre
bugün dünyanın 4 ülkesinde aşı yaptırabilenlerin oranının yüzde 1’in, 36 ülkesinde
yüzde 10’un ve 60 ülkesinde yüzde 25’in altında kaldığını görüyoruz. Bu 60 ülke
içinde Suriye, Irak, Ermenistan gibi sınır komşularımız ve Afganistan gibi
yoğun göç aldığımız ülkeler var. Peki, bu ülkelerde aşı oranları yerlerde sürünürken
biz “güvende” olabilir miyiz?
SOSYAL TEDBİRLERİN EŞLİK ETMEDİĞİ TIBBİ ÇÖZÜMLER BAŞARISIZLIĞA MAHKUMDUR
Rudolf Virchow 173 yıl önce sağlık
sorunlarının “tek başına” tıbbi tedbirlerle çözülemeyeceğini, tıbbi tedbirlerin
başarılı olabilmesi için sosyal tedbirlerin eşlik etmesi gerektiğini
söylemişti. 21. yüzyılda hala Virchow’a kulak vermemekte direniyor ve her
seferinde yeniden duvara tosluyoruz.
Birçokları 1998 yılında verem
mikrobunun “genomu” ortaya çıkartıldığında kopartılan yaygarayı anımsayacaktır.
Genom dizilemesini yapan bilim insanları, artık mikrop hakkında “her şeyi”
öğrenebileceğimizi ve böylece “daha etkili” koruyucu ve tedavi edici
müdahaleler geliştirilebileceğini müjdelemişlerdi.
Bu müjdenin üzerinden de 24 yıl
geçti. Ne oldu? Günümüzde dünyada hala her yıl 10 milyon insan verem
hastalığına yakalanıyor ve hastalık nedeniyle hala 1,5 milyon insan yitirmeye
devam ediyoruz. Neden? Çünkü Virchow’u dinlememekte ısrar ediyoruz.
NEDİR BU SOSYAL TEDBİRLER?
Tıbbi tedbirlerin neler olduğu
konusunda herkes bilinçli. Sağlık sorunlarının çözümü için tıbbi tedbirler aşı,
ilaç, tıbbi teknoloji gibi herkesin çok iyi bildiği araçlardan oluşuyor. Oysa
“sosyal tedbirler” konusunda çok “bilinçli” değiliz. Bunu COVID 19 sürecinde
bir kez daha gördük.
Aşı, ilaç ve tıbbi teknoloji konusunu
tartıştık. Bu tedbirlerin başarısının anahtarı, insanların tedbirlere
“erişebilmeleridir”. İnsanlar mali nedenlerle aşıya, ilaca veya tıbbi
teknolojiye erişemiyorsa, bu tedbirler sağlık sorunlarını çözemedikleri gibi,
sağlıkta eşitsizliklerin artmasına neden olurlar.
O halde insanların tıbbi tedbirlere
erişebilmeleri için “sosyal tedbirler” alınmalı, yani örneğin aşıya, ilaca ve
tıbbi teknolojilere erişimin önündeki “mali engeller” kaldırılmalıdır. İşte
“sosyal” tedbirlerden biri budur. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi, bir
devlet hizmeti haline getirilmesi, genel vergilerden finanse edilmesi gibi
uygulamalar “sosyal” tedbirlerdir.
COVID sürecinde alınan bütün “halk
sağlığı” tedbirleri de, “sosyal” tedbirler eşlik etmediği için başarısız oldu.
İnsanlara “evde kalın” dendi, fakat evde kalabilmeleri için gerekli maddi
destek sağlanmadı. “Karantina” tedbirleri alındı, fakat işyerleri kapatılmadı.
“Maske” dendi, fakat insanlara (hatta bir dönem sağlık emekçilerine dahi) maske
dağıtılmadı.
“Sosyal mesafe” tedbiri, esas olarak
hava yoluyla bulaşan bütün hastalıklarda olduğu gibi COVID 19 hastalığında da
çok etkili bir “halk sağlığı” tedbiridir. Fakat okullar ve işyerleri
kapatılmaksızın (sosyal tedbir), insanların sosyal mesafe kuralına uyabilmeleri
mümkün mü? Vatandaş işine, okuluna nasıl gidecek? Bindiği toplu taşıma
araçlarında, işyerlerinde, okullarda sosyal mesafesini nasıl koruyacak?
İŞİMİZ DOĞAYA KALDI
Türkiye’de ve dünyada COVID 19’a
karşı mücadelenin yalnız tıbbi tedbirlerle yürütülmesinde ısrar edildiğini
görüyoruz. Bu tedbirlerin de nasıl yarım yamalak ve bilimsellikten uzak bir
şekilde uygulandığını biliyoruz. Daha da beteri ne toplumun COVID 19 nedeniyle
en çok can veren kesimleri, ne de bu kesimlerden yana olduklarını iddia eden
örgütler (siyasi partiler, sendikalar vb) sosyal tedbirler için ciddi bir
mücadele veriyor.
Bu durumda Türkiye’nin ve dünyanın
yoksulları için tek umut “doğa” kalıyor. COVID 19 belasından, ancak virüs
halimize acıyıp, insanlara bulaşma ve hastalandırma gücünü yitirirse
kurtulabileceğiz. Bu süreç kaç yıl sürer, daha kaç yeni varyant çıkar
bilemiyoruz.
Fakat tarihte “bitmeyen” bir salgın
yok, bütün salgınlar bir şekilde bitiyor. Ölenler, hastalananlar, hastalık
yüzünden işini, aşını yitirenler de yanımıza “kâr” kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder