COVID 19 salgınının daha ilk ayları. Rob Wallace ve arkadaşları Monthly Review’un Mayıs 2020 nüshası için “ayın değerlendirmesi” bölümünü kaleme alıyorlar. “COVID-19 and Circuits of Capital” başlıklı makalelerinde Imperial Kolej epidemiyologlarının salgınla mücadelede hangi yol izlenirse kaç kişinin öleceğine ilişkin hesaplamalarına yer vermişler.
ÖLÜMÜN MATEMATİĞİ
Hesaba göre eğer ABD Sağlık Bakanlığı
sermayenin talebi doğrultusunda “mitigasyon” (yatıştırma) politikası izler ve sadece
hastalananları karantinaya alıp, yaşlıları evlerine kapatırsa 1 milyon 100 bin
insan ölecek. Emekten yana bilim insanlarının önerdiği “supresyon” (baskılama)
politikası izlenip, Çin gibi sıkı izolasyon ve karantina tedbirleri
uygulanırsa, yalnızca 200 bin insan ölecek.
Bu hesabın üzerinden iki yıl geçti ve
bugün ABD verilerine baktığımızda, “resmi” ölüm verilerinin Imperial Kolej
epidemiyologlarının hesapladığı rakama çok yaklaştığını, 1 milyon 62 bine ulaştığını
görüyoruz.
Okurlarımız anımsayacaklardır. Biz de
çok benzer bir hesaplamayı Türkiye için yapmıştık ve eğer Türkiye Çin’deki gibi
sıkı izolasyon ve karantina tedbirleri almazsa ölü sayımızın 100 bine
erişebileceğini söylemiştik. O günlerde Türkiye’de COVID 19 nedeniyle yaşamını
yitirenlerin sayısı 5 bin kadardı ve bazıları bizi “korku tellallığı” yapmakla
suçlamışlardı. Maalesef bugün Türkiye’nin açıkladığı “resmi” rakamların 100
bini aştığını görüyoruz.
Tabii bu hesapların yüzde 100’e varan
bir isabetle tutması bir tesadüf değil. Epidemiyoloji derslerinde bu
hesaplamaların nasıl yapılacağı öğretiliyor. Yani “formüller” var, siz sadece
formüle değişkenleri koyup, aritmetik işlemler yapıyorsunuz. Yine şimdi
önümüzdeki aylarda ülkemizde COVID 19’un yeniden tırmanacağını söylerken de
“fal bakmıyoruz”. Epidemiyoloji (salgın bilimi) derslerinde salgınların nasıl
yayıldığı öğretiliyor. Bilim böyle işliyor.
ÇİN’İN UYGULADIĞI BASKILAMA POLİTİKASININ BAŞARISI
Salgınla mücadelede başından itibaren
“bilimi” rehber alan Çin, baskılama politikasıyla salgını çok kısa sürede
kontrol altına aldı. Daha sonraki aylarda da “sıfır vaka” politikası yürüten
Çin bugüne kadar COVID 19 nedeniyle yalnızca 5.226 insan yitirdi. Bu ölümlerin
de bir kısmının salgının ilk döneminde gerçekleştiği anımsanırsa, Çin deneyimi
“bilimi” rehber alan bir mücadele ile pandemiden çok az kayıpla çıkabilmenin
mümkün olduğunu kanıtladı.
ABD’nin baskılama politikası izlemesi
halinde kaybının 200 bin olacağı hesabına dönersek, zaten bu hesabın baskılama
politikasının gücünü çok hafife aldığını bilim insanları daha o günlerde
söylemişlerdi. Örneğin ABD’de Nassim Nicholas Taleb Imperial Kolej’in baskılama
politikasına ilişkin hesabını eleştirerek, izolasyon ve karantinanın etkili bir
sürveyans ve filyasyon çalışmasıyla birlikte yürütülmesi halinde kayıpların çok
daha az olacağını öngörmüştü.
Bu örneklere bakarak ABD’de
yüzbinlerce, Türkiye’de onbinlerce insanın salgınla mücadelede sermayenin talep
ettiği politikaların izlenmesi nedeniyle yaşamlarını yitirdiklerini söylemek
mümkün. Yine dünya ölçeğinde de milyonlarca insan salgınla mücadelede “bilim”
rehber alınmadığı için yaşamlarını yitirdiler ve her gün yeni canlar yitmeye
devam ediyor.
SALGINA GERÇEKTEN HAZIRLIKSIZ MI YAKALANILDI?
Bugünlerde COVID 19 pandemisini
değerlendiren birçok çalışma, dünyanın pandemiye “hazırlıksız” yakalandığını
söylüyor. Bu tespit doğru fakat “eksik” bir tespit. Evet, dünyanın pandemiye
çok hazırlıksız yakalandığı ortada fakat bu çok bilinçli bir “tercihti”.
Örneğin salgın 2019 sonunda
başladığında (bu nedenle COVID 19 diyoruz) ABD hükumeti, ülkenin bulaşıcı
hastalıklarla mücadelede en önemli silahı olan Hastalık Kontrol
Merkezleri’ndeki 700 kişilik personel açığını kapatmak için kılını
kıpırdatmadı.
Aslında ABD’nin böyle bir salgına
“hazırlıksız” olduğu 2017 yılında yapılan bir pandemi tatbikatında da ortaya
çıkmıştı. Bu tatbikatlar yalnız ABD’de değil, Türkiye dahil dünyanın birçok
ülkesinde yapılmış ve “pandemi planları” hazırlanmıştı. Bunun nedeni de böyle
bir pandeminin çıkabileceğinin on yıllar önce öngörülmüş olmasıydı. Hatta bu
öngörülere ilişkin raporlara erişen “komplo teorisyenleri”, pandeminin
“üretildiği” iddialarına bunları kanıt gösterdiler.
Yani dünya pandemiye hazırlıksız
yakalandı, fakat bu “tercih edilmiş” bir hazırsızlıktı.
HALKIN SAĞLIĞI SERMAYENİN ÇIKARLARINA FEDA EDİLDİ
Salgının kontrol altına alınabilmesi
için yapılması gerekenler belliydi: Olabildiğince çok insana (mümkünse herkese)
test yaparak vakaları tespit edip izole etmek ve temaslılar ile şüphelileri
karantinaya almak. Yine salgınla mücadelede “sosyal mesafenin” önemi daha ilk
günden beri biliniyordu. Ancak insanların sosyal mesafeye uyabilmeleri için
okulların ve işyerlerinin tatil edilmesi ve zorunlu bazı meslek grupları dışında
herkesin evlerinde oturmasının sağlanması gerekiyordu.
Herkes virüsün toplum içinde
dolaşımının ancak bu yöntemle durdurulabileceğini biliyordu fakat bu yöntem
üretimi veya sermaye birikimini sekteye uğratacağından, ticarete zarar
vereceğinden sermaye şiddetle karşı çıkıyordu. “Her ne pahasına olursa olsun
çarklar dönecek” sloganı altında birleşen sermaye, baskılama politikası
uygulanmasını talep edenlere karşı büyük bir savaş açtı ve sözcüğün tam
anlamıyla bilimi “dize getirdi”.
Türkiye’de ve dünyanın birçok
ülkesinde emekten yana olan ve salgına karşı baskılama politikasının
uygulanması gerektiğini söyleyen bilim insanları, Ibsen’in “Bir Halk Düşmanı”
adlı oyunundaki Dr. Tomas Stockmann duruma düşürüldüler.
BİLİM YENİDEN AYAĞA KALKABİLECEK Mİ?
İleride 2000’li yılların tarihi
yazılırken COVID 19 pandemisine büyük bir yer ayrılacak. 1500’lü yıllarda
Kopernik ve Galile ile toplumsal yaşama egemen olmaya başlayan bilimin
iktidarının pandemi sürecinde nasıl sarsıldığı ve gericiliğin bilime nasıl rövanşist
bir hırsla saldırarak geçmişteki kayıplarını telafi etmeye başladığını
anlatacaklar.
Dünyada ve Türkiye’de giderek
yaygınlaşan ve zaman zaman bir histeri halini alan “bilim düşmanlığı”,
kendisini yalnızca aşı karşıtlığı veya kürtaj yasağında göstermiyor, hayatın
her alanına yayılmış durumda. Artık dünyanın “düz” olduğuna inananların
üniversitelerde akademisyen olabildikleri bir kapitalist ortaçağa girdik. Şaka
değil. 1500’lü yıllarda Paracelsus’un Basel’de şenlik meydanında yaktığı
kitaplar, bugün tıp fakültelerinde yeniden okutulmaya başlandı.
Feodal ortaçağda orta sınıflar
aristokrasiye karşı mücadelelerinde gericiliğe karşı bilimi omuzlayarak
başarıya ulaştılar. Acaba kapitalist ortaçağda işçi sınıfı sermayeye karşı
mücadelesinde bilimi yeniden ayağa kaldırabilecek mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder