Translate

16 Ağustos 2022 Salı

İşçi sınıfı sermayenin diz çöktürdüğü bilimi ayağa kaldırabilecek mi?

 


COVID 19 salgınının daha ilk ayları. Rob Wallace ve arkadaşları Monthly Review’un Mayıs 2020 nüshası için “ayın değerlendirmesi” bölümünü kaleme alıyorlar. “COVID-19 and Circuits of Capital” başlıklı makalelerinde Imperial Kolej epidemiyologlarının salgınla mücadelede hangi yol izlenirse kaç kişinin öleceğine ilişkin hesaplamalarına yer vermişler.

 

ÖLÜMÜN MATEMATİĞİ

 

Hesaba göre eğer ABD Sağlık Bakanlığı sermayenin talebi doğrultusunda “mitigasyon” (yatıştırma) politikası izler ve sadece hastalananları karantinaya alıp, yaşlıları evlerine kapatırsa 1 milyon 100 bin insan ölecek. Emekten yana bilim insanlarının önerdiği “supresyon” (baskılama) politikası izlenip, Çin gibi sıkı izolasyon ve karantina tedbirleri uygulanırsa, yalnızca 200 bin insan ölecek.

 

Bu hesabın üzerinden iki yıl geçti ve bugün ABD verilerine baktığımızda, “resmi” ölüm verilerinin Imperial Kolej epidemiyologlarının hesapladığı rakama çok yaklaştığını, 1 milyon 62 bine ulaştığını görüyoruz.

 

Okurlarımız anımsayacaklardır. Biz de çok benzer bir hesaplamayı Türkiye için yapmıştık ve eğer Türkiye Çin’deki gibi sıkı izolasyon ve karantina tedbirleri almazsa ölü sayımızın 100 bine erişebileceğini söylemiştik. O günlerde Türkiye’de COVID 19 nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı 5 bin kadardı ve bazıları bizi “korku tellallığı” yapmakla suçlamışlardı. Maalesef bugün Türkiye’nin açıkladığı “resmi” rakamların 100 bini aştığını görüyoruz.

 

Tabii bu hesapların yüzde 100’e varan bir isabetle tutması bir tesadüf değil. Epidemiyoloji derslerinde bu hesaplamaların nasıl yapılacağı öğretiliyor. Yani “formüller” var, siz sadece formüle değişkenleri koyup, aritmetik işlemler yapıyorsunuz. Yine şimdi önümüzdeki aylarda ülkemizde COVID 19’un yeniden tırmanacağını söylerken de “fal bakmıyoruz”. Epidemiyoloji (salgın bilimi) derslerinde salgınların nasıl yayıldığı öğretiliyor. Bilim böyle işliyor.

 

ÇİN’İN UYGULADIĞI BASKILAMA POLİTİKASININ BAŞARISI

 

Salgınla mücadelede başından itibaren “bilimi” rehber alan Çin, baskılama politikasıyla salgını çok kısa sürede kontrol altına aldı. Daha sonraki aylarda da “sıfır vaka” politikası yürüten Çin bugüne kadar COVID 19 nedeniyle yalnızca 5.226 insan yitirdi. Bu ölümlerin de bir kısmının salgının ilk döneminde gerçekleştiği anımsanırsa, Çin deneyimi “bilimi” rehber alan bir mücadele ile pandemiden çok az kayıpla çıkabilmenin mümkün olduğunu kanıtladı.

 

ABD’nin baskılama politikası izlemesi halinde kaybının 200 bin olacağı hesabına dönersek, zaten bu hesabın baskılama politikasının gücünü çok hafife aldığını bilim insanları daha o günlerde söylemişlerdi. Örneğin ABD’de Nassim Nicholas Taleb Imperial Kolej’in baskılama politikasına ilişkin hesabını eleştirerek, izolasyon ve karantinanın etkili bir sürveyans ve filyasyon çalışmasıyla birlikte yürütülmesi halinde kayıpların çok daha az olacağını öngörmüştü.

 

Bu örneklere bakarak ABD’de yüzbinlerce, Türkiye’de onbinlerce insanın salgınla mücadelede sermayenin talep ettiği politikaların izlenmesi nedeniyle yaşamlarını yitirdiklerini söylemek mümkün. Yine dünya ölçeğinde de milyonlarca insan salgınla mücadelede “bilim” rehber alınmadığı için yaşamlarını yitirdiler ve her gün yeni canlar yitmeye devam ediyor.

 

SALGINA GERÇEKTEN HAZIRLIKSIZ MI YAKALANILDI?

 

Bugünlerde COVID 19 pandemisini değerlendiren birçok çalışma, dünyanın pandemiye “hazırlıksız” yakalandığını söylüyor. Bu tespit doğru fakat “eksik” bir tespit. Evet, dünyanın pandemiye çok hazırlıksız yakalandığı ortada fakat bu çok bilinçli bir “tercihti”.

 

Örneğin salgın 2019 sonunda başladığında (bu nedenle COVID 19 diyoruz) ABD hükumeti, ülkenin bulaşıcı hastalıklarla mücadelede en önemli silahı olan Hastalık Kontrol Merkezleri’ndeki 700 kişilik personel açığını kapatmak için kılını kıpırdatmadı.

 

Aslında ABD’nin böyle bir salgına “hazırlıksız” olduğu 2017 yılında yapılan bir pandemi tatbikatında da ortaya çıkmıştı. Bu tatbikatlar yalnız ABD’de değil, Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde yapılmış ve “pandemi planları” hazırlanmıştı. Bunun nedeni de böyle bir pandeminin çıkabileceğinin on yıllar önce öngörülmüş olmasıydı. Hatta bu öngörülere ilişkin raporlara erişen “komplo teorisyenleri”, pandeminin “üretildiği” iddialarına bunları kanıt gösterdiler.

 

Yani dünya pandemiye hazırlıksız yakalandı, fakat bu “tercih edilmiş” bir hazırsızlıktı.

 

HALKIN SAĞLIĞI SERMAYENİN ÇIKARLARINA FEDA EDİLDİ

 

Salgının kontrol altına alınabilmesi için yapılması gerekenler belliydi: Olabildiğince çok insana (mümkünse herkese) test yaparak vakaları tespit edip izole etmek ve temaslılar ile şüphelileri karantinaya almak. Yine salgınla mücadelede “sosyal mesafenin” önemi daha ilk günden beri biliniyordu. Ancak insanların sosyal mesafeye uyabilmeleri için okulların ve işyerlerinin tatil edilmesi ve zorunlu bazı meslek grupları dışında herkesin evlerinde oturmasının sağlanması gerekiyordu.

 

Herkes virüsün toplum içinde dolaşımının ancak bu yöntemle durdurulabileceğini biliyordu fakat bu yöntem üretimi veya sermaye birikimini sekteye uğratacağından, ticarete zarar vereceğinden sermaye şiddetle karşı çıkıyordu. “Her ne pahasına olursa olsun çarklar dönecek” sloganı altında birleşen sermaye, baskılama politikası uygulanmasını talep edenlere karşı büyük bir savaş açtı ve sözcüğün tam anlamıyla bilimi “dize getirdi”.

 

Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde emekten yana olan ve salgına karşı baskılama politikasının uygulanması gerektiğini söyleyen bilim insanları, Ibsen’in “Bir Halk Düşmanı” adlı oyunundaki Dr. Tomas Stockmann duruma düşürüldüler.  

 

BİLİM YENİDEN AYAĞA KALKABİLECEK Mİ?

 

İleride 2000’li yılların tarihi yazılırken COVID 19 pandemisine büyük bir yer ayrılacak. 1500’lü yıllarda Kopernik ve Galile ile toplumsal yaşama egemen olmaya başlayan bilimin iktidarının pandemi sürecinde nasıl sarsıldığı ve gericiliğin bilime nasıl rövanşist bir hırsla saldırarak geçmişteki kayıplarını telafi etmeye başladığını anlatacaklar.

 

Dünyada ve Türkiye’de giderek yaygınlaşan ve zaman zaman bir histeri halini alan “bilim düşmanlığı”, kendisini yalnızca aşı karşıtlığı veya kürtaj yasağında göstermiyor, hayatın her alanına yayılmış durumda. Artık dünyanın “düz” olduğuna inananların üniversitelerde akademisyen olabildikleri bir kapitalist ortaçağa girdik. Şaka değil. 1500’lü yıllarda Paracelsus’un Basel’de şenlik meydanında yaktığı kitaplar, bugün tıp fakültelerinde yeniden okutulmaya başlandı. 

 

Feodal ortaçağda orta sınıflar aristokrasiye karşı mücadelelerinde gericiliğe karşı bilimi omuzlayarak başarıya ulaştılar. Acaba kapitalist ortaçağda işçi sınıfı sermayeye karşı mücadelesinde bilimi yeniden ayağa kaldırabilecek mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder