Translate

23 Ocak 2024 Salı

Başka bir doktorluk


Doktor dendiğinde zihnimizde hastaların ağrısını dindirmeye, rahatsızlığını geçirmeye veya yarasını iyileştirmeye çalışan biri canlanır. Gerçekten de doktorluk mesleği binlerce yıl böyle icra edildi. Hastalar doktorlardan (büyücülerden, şamanlardan, şifacılardan) dertlerine çare aradı, onlar da kendilerine başvuran hastaları iyileştirmeye çalıştılar.


Doktorların çoğu kendilerine biçilen “iyileştiricilik” rolünü benimseyerek, mesleki pratiklerini kendilerine başvuran hastaları iyileştirmeye çalışmakla sınırlarken, bazı doktorlar yalnızca kendilerine başvuran hastaları iyileştirmeye çalışmakla yetinmeyip, hastalıklara yol açan koşulları da iyileştirmek istediler ve böylece “başka bir doktorluk” doğdu.


Ancak “başka bir doktorluk” yapmak isteyen doktorların, hastaları iyileştirmeye çalışmakla yetinmeyip, hastalıklara yol açan koşulları da iyileştirmek istemeleri çoğu kez hoş karşılanmadı.


“İyileştiricilik” rolünü benimseyen doktorlar, “hastalıklara yol açan koşulları iyileştirmek bizim işimiz değil” derken, hastalıklara yol açan koşullara neden olanlar da, “siz kendi işinize bakın” diyorlardı.


Hastalar yalnızca kendilerini iyileştirmeye çalışanlara değer veriyor, kendilerini hasta eden koşulları iyileştirmeye çalışanları doktor olarak dahi görmüyorlardı. Bugün de Türkiye’de ve dünyada durum çok değişmedi. Halk hiçbir zaman “başka bir doktorluk” yapanları çok makbul görmedi.


Makaleleri geçtiğimiz günlerde “Türkiye’de 1940’lı Yıllarda Toplumcu Tıp” başlıklı bir kitapta derlenen Sâbire ve Hulusi Dosdoğru çifti, ülkemizde “başka bir doktorluk” yapmayı seçen doktorlardandı.


1940’lı yılların başında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, 2. Emperyalistler-arası Savaş yıllarında Zonguldak’ta, Ereğli Kömür İşletmeleri’nde (EKİ) görev alan Dr. Sâbire Dosdoğru ve Dr. Hulusi Dosdoğru, yalnızca hastalanarak kendilerine başvuran işçileri iyileştirmeye çalışmakla yetinmeyip, işçileri hasta eden koşulları da iyileştirmeye çalıştılar.


Maden ocaklarında çalışan işçiler arasında başta verem olmak üzere bulaşıcı hastalıklar kol geziyordu. Dosdoğruların görev yaptığı birkaç yıl içinde yalnızca tifüsten 30 ve çiçek hastalığından 19 maden işçisi yaşamını yitirmişti.


Diğer yandan madenlerde sık sık “göçükler, grizu patlamaları, su baskınları, araba ve varegel kazaları ... taramalar arasından düşen taş parçalarının sebep olduğu yaralanmalar” meydana geliyor, ancak yaralılara olay yerinde müdahale edilemediğinden çok sayıda işçi genellikle “kan kaybı” nedeniyle yaşamını yitiriyordu.


Dosdoğrular, diğer doktorlar gibi veya kendilerinden beklendiği gibi bulaşıcı hastalıklara yakalanan veya iş kazalarında yaralanan işçileri iyileştirmekle yetinmiyor, maden ocaklarında işçilerin bulaşıcı hastalıklara yakalanmamaları ve iş kazalarında yaşamlarını yitirmemeleri için önlemler alınmasını talep ediyorlardı.


Dosdoğrulara göre maden ocaklarında bulaşıcı hastalıklarla baş edilememesinin en önemli nedeni, işçilerin “zorunlu - dönüşümlü” çalıştırılmalarıydı. Bölge halkı 45 gün madende çalıştırılmakta, 45 gün köylerine gönderilmekteydi ve bu hareketlilik bulaşıcı hastalıkların önünün alınmasında büyük sorun oluşturmaktaydı. Dosdoğrular EKİ yönetiminden zorunlu – dönüşümlü çalışma sistemine son verilmesini talep ettiler.


Dosdoğruların işçilerin yaralanmalar nedeniyle yaşamlarını yitirmemeleri için buldukları çözümler ise ocaklarda yaralılara hastaneye götürmeden önce ilk müdahalenin yapılabileceği ilk yardım istasyonları kurulması ve işçilerin kan gruplarının belirlenerek, yaralılar hastaneye götürülene kadar kan nakli yapılmasıydı.


Bu tedbirlerin alınması halinde yüzlerce işçinin yaşamının kurtarılabileceği aşikardı, fakat bu tedbirler işveren için “maliyet” anlamına gelmekteydi. Bu nedenle EKİ yönetimi Dosdoğrulardan “doktorluk” yapmalarını ve “kendilerini ilgilendirmeyen meselelere karışmamalarını” istedi.


EKİ’de çalışan diğer doktorlar da Dosdoğruların “başka bir doktorluk” yapmalarından hoşlanmamaktaydı. Dr. Hulusi Dosdoğru, 1 Ekim 1945 tarihinde Tan Gazetesi’nde yayınlanan bir yazısında, EKİ’deki diğer doktorların kendisine karşı tutumunu şöyle anlatıyordu:


“On paralık işçiye, on liralık ilaç yazıyorsun!” anlayışı içinde hekimliğimi engellemeye çalışanlara

diyecek söz bulamıyorum. Ne yazık ki bu sözleri söyleyenler, diplomalı ve Hipokrat yemini yapmış

hekimler!


Dosdoğrular “başka bir doktorluk” yapma çabalarından dolayı, dünyada ve Türkiye’de “başka bir doktorluk” yapmaya çalışan diğer meslekdaşları gibi büyük bedeller ödemek zorunda kaldılar, fakat asla vazgeçmediler.


1990 yılında, EKİ’de çalıştıkları dönemde Tan Gazetesi’nde yayınlanan makalelerini “Sağlık Açısından Maden İşçilerimizin Dünü, Bugünü” başlıklı bir kitap halinde yayınlayan Dosdoğruların daha sonra Sendika Gazetesi ve Yığın Dergisi’nde yayınlanan makalelerini de biz derleyerek, “Türkiye’de 1940’lı Yıllarda Toplumcu Tıp” başlıklı bir kitap halinde yayınladık. 

 

Kitaba aşağıdaki internet bağlantısı tıklanarak erişilebilir:


https://drive.google.com/file/d/1VRFKFFd0aHTtHEIJuf5owt6RPKBZE3ZZ/view




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder