Translate

13 Ocak 2021 Çarşamba

Keşke Sağlık Ocaklarını özelleştirmeseydiniz


Bugünlerde Sağlık Bakanlığı’nda bir telaş var. CB aşılamanın Perşembe veya Cuma başlayacağını söyledi. Gerçi henüz Türkiye’nin ihtiyacı olan en az 120 milyon doz aşının sadece üç milyonu, diğer bir deyişle yüzde 2,5'i geldi ve bu miktar sağlık emekçilerine dahi zor yetecek. Bakanlık aşılamanın “nasıl yapılacağının” telaşına düştü. Açıkçası haksız da sayılmaz. Telaşlanmalı...

 

GENELGE YAYINLANINCA SORUN ÇÖZÜLÜR MÜ?

 

Sağlık Bakanlığı hemen “en iyi bildiği” işi yaptı ve bir “genelge” yayınlayarak 81 vilayete gönderdi. Genelgeye göre sağlık kuruluşları hemen “aşı uygulama odaları” kuracak ve her 10 aşı uygulama odasına bir sorumlu hekim görevlendirecek. Aşılanacak bireyler önce internet üzerinden randevu alacak, randevu günü odaya tek tek alınacaklar. Kimlikleri ve randevuları kontrol edilecek ve aşılanacaklar.

 

İlk bakışta her şey düşünülmüş ve planlanmış gibi görünüyor. Fakat akla bir soru geliyor: bu iş bu kadar kolaysa neden Avrupa’da ve ABD'de aşılama “kaplumbağa” hızıyla ilerliyor? Almanya, Fransa, Kanada gibi ülkeler henüz nüfuslarının yüzde 1’ini dahi aşılayamadılar. Acaba bu ülkelerde genelge yazmakta bizimkiler kadar “mahir” bürokratlar yok mu?

 

AŞI KAMPANYASI KOLAY BİR İŞ Mİ?

 

Önümüzdeki günlerde başlayacak olan COVID 19 aşı kampanyası elbette Türkiye’nin ilk aşı kampanyası olmayacak. Türkiye daha önce de birçok başarılı aşı kampanyası yürüttü. Ancak şimdi yürütülecek olan kampanyanın, geçmişte yürütülmüş olanlardan çok önemli bir farkı var: “hacim”.


Türkiye COVID 19 aşı kampanyasında 60 milyondan fazla yurttaşını aşılayacak. Hem de iki kez aşılayacak. Tarihimizde bu hacimde bir aşı kampanyası yok. Sadece bizim değil, diğer ülkelerin tarihlerinde de bu hacimde bir kampanya yürütülmedi. 60 milyon kişiyi aşılamak hiç kolay değil.

 

TÜRKİYE ESKİDEN AŞILAMA İŞLERİNİ NASIL YÜRÜTÜYORDU?

 

Her şeyden önce böyle bir kampanya için güçlü bir altyapı gerekli. Türkiye’nin geçmişte Dünya Sağlık Örgütü tarafından bütün dünyaya “örnek” gösterilen böyle güçlü bir sağlık altyapısı vardı: Sağlık Ocağı.

 

Geçmişte aşı kampanyaları bütün Türkiye’ye yayılmış binlerce Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi tarafından yürütülürdü. Bu kurumlar “aşılama – bağışıklama” hizmetlerinde “uzmanlaşmış” sağlık kurumlarıydı. Bugün Sağlık Bakanlığı’nın genelge ile kurulmasını emrettiği “aşı odaları”, Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi’nin en müstesna yeriydi.

 

Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi için aşılama “rutin” bir etkinlikti. Doğumdan itibaren her bebeğe bir “Aşı Kartı” çıkartılırdı. Aşılanma zamanı gelen bebekler Sağlık Ocağı veya Sağlık Evi’ne davet edilir, davete icabet etmeyenlerin evine gidilirdi.

 

Sağlık Müdürlükleri aşıları düzenli olarak “soğuk zincir” içinde bu kurumlara gönderir, aşılama sonuçları da her ay düzenli olarak Sağlık Müdürlüğü’ne bildirilirdi. Aşılama – bağışıklama çalışmaları Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi’nin en önemli görevlerinden biriydi.    

 

SAĞLIK OCAĞI’NA NE OLDU?

 

AKP hükumeti Dünya Sağlık Örgütü tarafından bütün dünyaya “örnek” gösterilen Sağlık Ocağı sistemini tasfiye ederek, birinci basamağın “özelleştirilmesi” ve “piyasalaştırılması” planı çerçevesinde aile hekimliği modelini kurdu.

   

Aile hekimliğinin Sağlık Ocağı’nın yerini aldığı iddia edildi, fakat bugün bu iddianın ne kadar boş olduğunu görüyoruz. Aile Hekimleri Federasyonu’nun (AHEF) yaptığı araştırmaya göre aile hekimlerinin yüzde 87’si, Aile Sağlığı Merkezleri’nin (ASM) mevcut iş yükü ile böyle büyük bir aşı yükünü üstlenmesinin mümkün olmadığını söyledi.

 

Emin olun doğru söylüyorlar ve haklılar. Çünkü aile hekimliği modeli Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi gibi bu tür kampanyaları üstlenmeleri için “tasarlanmadı”. Aile hekimliği, sadece bir hekim ve bir aile sağlığı elemanından oluşan bir birim. Aile hekiminize gittiğinizde mekanın kapasitesini görüyorsunuz.

 

Oysa Sağlık Ocağı yerine ve tipine göre hekim, hemşire, ebe, sağlık memuru, çevre sağlığı teknisyeni, tıbbi sekreter gibi ondan fazla farklı meslekten en az 10 – 15 sağlık emekçisinin görev yaptığı kurumlardı. Tarihte hiçbir Sağlık Ocağı hekiminin “böyle büyük bir aşı yükünü üstlenmesinin mümkün olmadığını” söylediğine tanık olmadık, çünkü daha önce belirttiğimiz gibi aşılama Sağlık Ocağı’nın “asli” göreviydi, “angarya” değil.

 

SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME ÖLÜM DEMEKTİR

 

Bugünlerde sık duymuyoruz, fakat 2000’li yılların başlarında “sağlıkta özelleştirme ölüm demektir” şeklinde bir slogan vardı. Belki o günlerde bunun anlamını çok iyi kavrayamadık. Oysa “pandemi süreci” bu sloganın gerçeği ne kadar iyi yansıttığını apaçık ortaya koydu.

 

Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi sistemi özelleştirilerek aile hekimliği sistemine geçilmeseydi, Türkiye pandemiyle çok daha iyi mücadele edebilirdi. Çünkü Sağlık Ocağı “aşılama – bağışıklama” çalışmalarında olduğu gibi “bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadelede” de “uzmanlaşmış” sağlık kurumlarıydı.

 

Bulaşıcı hastalıklarla mücadele ve pandemi sırasında sık duyduğumuz filyasyon ve sürveyans gibi çalışmalar da Sağlık Ocağı’nın “asli” çalışmalarındandı. Sağlık memurları bu konuda çok bilgili ve deneyimliydi. Bölgelerinde bir bulaşıcı hastalık ihbarı olduğunda, hekim ve sağlık memuru “kaynağı” ortaya çıkartmak ve hastalığın yayılmasını önlemek için gerekli bütün tedbirleri alırlardı.

 

Pandemi sürecinde bugüne kadar Sağlık Bakanlığı'na göre 23 bine, bağımsız kaynaklara göre 100 bine yakın canımızı yitirdik. Eğer Sağlık Ocağı özelleştirilmeseydi ve aile hekimliği sistemine geçilmeseydi, hiç kuşkusuz pandemiyle çok daha etkili bir mücadele yürütülebilecek ve bu kadar can yitirilmeyecekti. Sağlıkta özelleştirmenin ölüm demek olduğunu binlerce canımızı yitirerek öğrendik.


Akif Akalın  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder