Bugünlerde Sağlık Bakanlığı’nda bir telaş var. CB aşılamanın Perşembe veya Cuma başlayacağını söyledi. Gerçi henüz Türkiye’nin ihtiyacı olan en az 120 milyon doz aşının sadece üç milyonu, diğer bir deyişle yüzde 2,5'i geldi ve bu miktar sağlık emekçilerine dahi zor yetecek. Bakanlık aşılamanın “nasıl yapılacağının” telaşına düştü. Açıkçası haksız da sayılmaz. Telaşlanmalı...
GENELGE YAYINLANINCA SORUN ÇÖZÜLÜR MÜ?
Sağlık Bakanlığı hemen “en iyi
bildiği” işi yaptı ve bir “genelge” yayınlayarak 81 vilayete gönderdi.
Genelgeye göre sağlık kuruluşları hemen “aşı uygulama odaları” kuracak ve her
10 aşı uygulama odasına bir sorumlu hekim görevlendirecek. Aşılanacak bireyler önce
internet üzerinden randevu alacak, randevu günü odaya tek tek
alınacaklar. Kimlikleri ve randevuları kontrol edilecek ve aşılanacaklar.
İlk bakışta her şey düşünülmüş ve
planlanmış gibi görünüyor. Fakat akla bir soru geliyor: bu iş bu kadar kolaysa
neden Avrupa’da ve ABD'de aşılama “kaplumbağa” hızıyla ilerliyor? Almanya,
Fransa, Kanada gibi ülkeler henüz nüfuslarının yüzde 1’ini dahi aşılayamadılar.
Acaba bu ülkelerde genelge yazmakta bizimkiler kadar “mahir” bürokratlar yok
mu?
AŞI KAMPANYASI KOLAY BİR İŞ Mİ?
Önümüzdeki günlerde başlayacak olan
COVID 19 aşı kampanyası elbette Türkiye’nin ilk aşı kampanyası olmayacak.
Türkiye daha önce de birçok başarılı aşı kampanyası yürüttü. Ancak şimdi
yürütülecek olan kampanyanın, geçmişte yürütülmüş olanlardan çok önemli bir
farkı var: “hacim”.
Türkiye COVID 19 aşı kampanyasında 60
milyondan fazla yurttaşını aşılayacak. Hem de iki kez aşılayacak. Tarihimizde
bu hacimde bir aşı kampanyası yok. Sadece bizim değil, diğer ülkelerin
tarihlerinde de bu hacimde bir kampanya yürütülmedi. 60 milyon kişiyi aşılamak
hiç kolay değil.
TÜRKİYE ESKİDEN AŞILAMA İŞLERİNİ NASIL YÜRÜTÜYORDU?
Her şeyden önce böyle bir kampanya
için güçlü bir altyapı gerekli. Türkiye’nin geçmişte Dünya Sağlık Örgütü
tarafından bütün dünyaya “örnek” gösterilen böyle güçlü bir sağlık altyapısı
vardı: Sağlık Ocağı.
Geçmişte aşı kampanyaları bütün
Türkiye’ye yayılmış binlerce Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi tarafından yürütülürdü.
Bu kurumlar “aşılama – bağışıklama” hizmetlerinde “uzmanlaşmış” sağlık
kurumlarıydı. Bugün Sağlık Bakanlığı’nın genelge ile kurulmasını emrettiği “aşı
odaları”, Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi’nin en müstesna yeriydi.
Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi için
aşılama “rutin” bir etkinlikti. Doğumdan itibaren her bebeğe bir “Aşı Kartı”
çıkartılırdı. Aşılanma zamanı gelen bebekler Sağlık Ocağı veya Sağlık Evi’ne
davet edilir, davete icabet etmeyenlerin evine gidilirdi.
Sağlık Müdürlükleri aşıları düzenli
olarak “soğuk zincir” içinde bu kurumlara gönderir, aşılama sonuçları da her ay
düzenli olarak Sağlık Müdürlüğü’ne bildirilirdi. Aşılama – bağışıklama çalışmaları
Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi’nin en önemli görevlerinden biriydi.
SAĞLIK OCAĞI’NA NE OLDU?
AKP hükumeti Dünya Sağlık Örgütü
tarafından bütün dünyaya “örnek” gösterilen Sağlık Ocağı sistemini tasfiye
ederek, birinci basamağın “özelleştirilmesi” ve “piyasalaştırılması” planı
çerçevesinde aile hekimliği modelini kurdu.
Aile hekimliğinin Sağlık Ocağı’nın
yerini aldığı iddia edildi, fakat bugün bu iddianın ne kadar boş olduğunu
görüyoruz. Aile Hekimleri Federasyonu’nun (AHEF) yaptığı araştırmaya göre aile
hekimlerinin yüzde 87’si, Aile Sağlığı Merkezleri’nin (ASM) mevcut iş yükü ile
böyle büyük bir aşı yükünü üstlenmesinin mümkün olmadığını söyledi.
Emin olun doğru söylüyorlar ve
haklılar. Çünkü aile hekimliği modeli Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi gibi bu tür
kampanyaları üstlenmeleri için “tasarlanmadı”. Aile hekimliği, sadece bir hekim
ve bir aile sağlığı elemanından oluşan bir birim. Aile hekiminize gittiğinizde
mekanın kapasitesini görüyorsunuz.
Oysa Sağlık Ocağı yerine ve tipine
göre hekim, hemşire, ebe, sağlık memuru, çevre sağlığı teknisyeni, tıbbi
sekreter gibi ondan fazla farklı meslekten en az 10 – 15 sağlık emekçisinin
görev yaptığı kurumlardı. Tarihte hiçbir Sağlık Ocağı hekiminin “böyle büyük
bir aşı yükünü üstlenmesinin mümkün olmadığını” söylediğine tanık olmadık,
çünkü daha önce belirttiğimiz gibi aşılama Sağlık Ocağı’nın “asli” göreviydi, “angarya”
değil.
SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME ÖLÜM DEMEKTİR
Bugünlerde sık duymuyoruz,
fakat 2000’li yılların başlarında “sağlıkta özelleştirme ölüm demektir”
şeklinde bir slogan vardı. Belki o günlerde bunun anlamını çok iyi
kavrayamadık. Oysa “pandemi süreci” bu sloganın gerçeği ne kadar iyi
yansıttığını apaçık ortaya koydu.
Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi sistemi
özelleştirilerek aile hekimliği sistemine geçilmeseydi, Türkiye pandemiyle çok
daha iyi mücadele edebilirdi. Çünkü Sağlık Ocağı “aşılama – bağışıklama”
çalışmalarında olduğu gibi “bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadelede” de “uzmanlaşmış”
sağlık kurumlarıydı.
Bulaşıcı hastalıklarla mücadele ve
pandemi sırasında sık duyduğumuz filyasyon ve sürveyans gibi çalışmalar da
Sağlık Ocağı’nın “asli” çalışmalarındandı. Sağlık memurları bu konuda çok
bilgili ve deneyimliydi. Bölgelerinde bir bulaşıcı hastalık ihbarı olduğunda,
hekim ve sağlık memuru “kaynağı” ortaya çıkartmak ve hastalığın yayılmasını
önlemek için gerekli bütün tedbirleri alırlardı.
Pandemi sürecinde bugüne kadar Sağlık Bakanlığı'na göre 23 bine, bağımsız kaynaklara göre 100 bine yakın canımızı yitirdik. Eğer Sağlık Ocağı özelleştirilmeseydi ve aile hekimliği sistemine geçilmeseydi, hiç kuşkusuz pandemiyle çok daha etkili bir mücadele yürütülebilecek ve bu kadar can yitirilmeyecekti. Sağlıkta özelleştirmenin ölüm demek olduğunu binlerce canımızı yitirerek öğrendik.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder