Bugün 379 yıl önce yitirdiğimiz İtalyan
bilgin Galileo Galilei’nin ölüm yıldönümü. Galileo’yi Katolik Kilisesi’ne karşı
sürdürdüğü “bilim mücadelesi” ile tanıyoruz. Engizisyon mahkemesinde Kilise
doğmalarına kafa tutarak, “dünya dönüyor” diyen Galileo, bu davranışıyla otoriteler
karşısında yaşamı pahasına “bilimi savunan” bilim insanlarının sembolü oldu.
Bugün Kilise (din kurumu) ortaçağdaki etkinliğini yitirdi, artık engizisyon mahkemeleri kalmadı. Ancak bilim insanlarının bilimi kendi hizmetlerine koşmaya çalışan sermayeye ve siyasi iktidarlara karşı mücadelesi sürüyor. Pandemi sürecinde Türkiye’de ve dünyanın birçok coğrafyasında yeni Galeileo’ler çıktığına ve bilim için mücadele ettiklerine tanık olduk.
KARANTİNA MI, MASKE Mİ?
Geçtiğimiz yılın ilk aylarında dünyanın
bir “pandemi” ile karşı karşıya olduğu anlaşıldığında, pandemiye karşı nasıl
mücadele edilmesi gerektiği tartışılmaya başlamıştı. Aslında “bilimsel”
bakımdan ortada tartışılacak bir şey yoktu. Bilim ve insanlık bulaşıcı ve
salgın hastalıklarla nasıl mücadele edileceğini yüzyıllardır biliyordu ve tarih
boyunca birçok salgın bu yöntemlerle atlatılmıştı.
Kural çok basitti: hastalar izole
edilecek, şüpheliler karantinaya alınacaklardı.
Ancak üretimin durmasına neden olacak
böyle bir karantina uygulaması sermayenin ve siyasi iktidarların işine
gelmiyordu. Bunun üzerine sermayenin profesörleri pandemiyle mücadelede bir “maske
– mesafe – temizlik” stratejisi uydurdular.
Elbette salgında “bireysel” tedbirler
önemliydi, fakat “bilimsel” olarak salgın mücadelesi bireysel tedbirlerle
sınırlanamaz, bireylerin üzerine yıkılamazdı. Fakat bunları söyleyebilmek için
1600’lerde olduğu gibi Galileo olmak gerekiyordu.
Türkiye’de ve dünyada topluma
bilimsel doğruları söylemek için birçok Galileo ortaya çıktı. Israrla “karantina”
tedbirleri alınması gerektiğini savunan Galileo’ler, sonunda Türkiye’de Sağlık
Bakanı Fahrettin Koca’ya bile “Bu sorunun (COVID 19 salgını kastediliyor)
tamamen ortadan kalkması için yapılması gereken tam izolasyon” dedirtti.
Ancak Koca devamla, “Fakat dünyada hiçbir ülke tam izolasyona geçmek istemiyor.
Türkiye de istemiyor” diyordu.
Bir süre sonra durum tam bir “ahlaki
kriz” halini aldı. Galileo’ler salgının durdurulabilmesi için bir an önce
karantina tedbirleri alınmasını talep ederken, sermaye profesörleri “maskenin
aşı kadar koruyucu” olduğunu iddia ettiler.
Hoca olarak görev yaptıkları tıp fakültelerinde öğrencilerine ve asistanlarına
bulaşıcı hastalıklarla mücadelede birey ve “toplum” düzeyinde tedbirler
alınması gerektiğini öğreten profesörler, Türkiye’de ve diğer birçok ülkede
toplum düzeyinde tedbirler alınmamasını, mücadelenin birey düzeyinde
tedbirlerle yürütülmeye çalışılmasını desteklediler, karşı çıkmadılar veya
sessiz kalarak geçiştirdiler.
SERMAYENİN AŞI AŞKI
Sermaye, salgının ilk günlerinden
itibaren sorunun çözümü noktasında dikkatleri “sosyal” ve “ekonomik”
tedbirlerden, “teknik” çözümlere kaydırma çabası içine girmişti. Bu noktada “aşı”
teknik bir çözüm olarak öne çıkıyordu. Salgının önünü alabilmek için bütün
umutlar aşıya bağlandı ve bu alana tarihte görülmemiş büyüklükte yatırımlar
yapılarak, “ışık hızı” ile aşı üretimine geçildi.
Elbette buraya kadarki süreçte bir
sorun yok. Gerçekten de bilim ve teknolojinin günümüzde ulaştığı nokta,
geçmişte on yıllar alan süreçlerin, yeterli kaynak ayrılması durumunda bir
yıldan çok daha kısa bir süreye indirilmesine olanak tanıyor. Hatta aynı şekilde
bugün “çözümsüz” görünen birçok sağlık sorununun da çözümünün mümkün olduğunu
biliyoruz.
Ancak aşılar üretilir üretilmez olay “bilimin”
konusu olmaktan çıkartılarak, “ticaretin” konusu haline getirildi. Bu süreçte
Türkiye’de sermaye profesörlerinin aşının Faz 3 çalışmalarına gönüllü
olduklarına ve aynı tıbbi mümessiller gibi kendilerine yapılan aşının
propagandasını yapmaya başladıklarına şahit olduk.
Oysa Faz 3 çalışmalarının çift – kör,
plasebo kontrollü çalışmalar olması gerekiyordu. Yani aşının etkili olup
olmadığının anlaşılabilmesi için deneklerin bir kısmına gerçek aşı yapılırken,
bir kısmına etken madde verilmiyordu ve bunu ne aşıyı yapan, ne de denek biliyordu.
Oysa sermaye profesörleri kendilerine “aşı” yapıldığını ve hiçbir yan etki
gelişmediğini ilan ettiler.
Maalesef bir kez daha Galileo’lere
gereksinim duyuldu ve Galileo’ler bilimin bu şekilde iğdiş edilmesine karşı
toplumu bilgilendirmek için ellerinden geleni yapmaya başladılar.
Çağdaş Galileo’lerden İlker Belek “Sinovac
aşısının faz-3 araştırması Brezilya, Türkiye, Endonezya ve Şili’de, yaklaşık
30.000 gönüllü üzerinde yürütülüyor. Henüz ara dönem sonucu açıklanmadı.
Türkiye bu raporu merakla bekliyor. Zira uygulanıp uygulanmayacağına ve
uygulanacaksa kimlere uygulanacağına buna göre karar vermek gerekecek. Brezilya
ile Türkiye ara dönem sonuçlarını içeren bir ara raporun bu günlerde
yayımlanması beklenmeli. Sağlık Bakanlığı ise ara dönem raporunu beklemeden
aşıyı yaygın uygulamaya sokacağı izlenimi veriyor” diyordu.
Gerçekten de İlker Belek’in bu
satırları yazmasından bir gün sonra Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Aşıların
güvenlik testleri tamamlandıktan sonra acil kullanım onayı vererek aşı uygulama
programına başlanacağını” söyledi.
Oysa İlker Belek, “Şu anda Sinovac
aşısı Çin dışındaki hiçbir ülkede uygulanmıyor, Çin’deki uygulaması ‘acil
kullanım’ iznine dayanıyor. Çin’de 3 milyon kişinin yaptırdığı aşıların
koruyuculuk ve yan etkilerine ilişkin paylaşılan veriler çok kaba, ayrıntılı
bir rapor ortada yok. Çin’de 59 yaş üzerindeki hiç kimseye henüz aşı yapılmadı”
diyordu.
Elbette kendilerini “emek cephesinde”
tanımlayan bazı güçlerin bile sermayenin oyununa gelerek bütün umudunu aşıya
bağladığı günlerde Galileo olmak çok zordur. Fakat bir başka çağdaş Galileo
olan Gaye Usluer, yıldırımları üzerine çekme pahasına toplumu uyarmayı sürdürüyordu:
“Ancak unutulmaması gereken şu ki,
aşıların ülkemize ulaşması yolun sonu değil. Pandemiye ilişkin yeni bir sürecin
başlangıcı diye düşünmeliyiz. Tünelin ucundaki ışığın aşılar olduğunu ve etkin
bir aşıyla toplumların en az yüzde 60-70’inin aşılanması durumunda toplumsal
bağışıklığın (sürü bağışıklığı) oluşabileceğini unutmaksızın”.
DÜNYANIN DÖNDÜĞÜNÜ GALİLEO KEŞFETMEMİŞTİ
O gün de biliniyordu, şimdi de
biliyoruz. Dünyanın Aristo’nun doğmasının aksine güneş etrafında döndüğü Galileo’nin
yaşadığı dönemde de birçok bilim insanı tarafından çok iyi biliniyordu. Galileo’yi
Galileo yapan, bu bilimsel gerçeği cesaretle haykırmasıydı.
Bugün de durum hiç farklı değil.
Bugün de Türkiye’de ve dünyada on binlerce, yüz binlerce bilim insanı pandemi
ile mücadele edebilmek için sıkı karantina tedbirleri uygulanması gerektiğini çok
iyi biliyorlardı, hatta okullarda bunun dersini anlatıyorlardı. Fakat sıkı
karantina tedbirleri sermayenin ve siyasi iktidarların işine gelmediği için
bunu söylemek Galileo’lere düştü.
Aynı şekilde bugün Türkiye’de ve
dünyada on binlerce, yüz binlerce bilim insanı bir aşının Faz 3 çalışmalarının “ara
sonuçları” alınmadan, yani aşının ne kadar etkili ve güvenilir olduğu
anlaşılmadan aşının topluma uygulanamayacağını biliyor, hatta okullarda bunun
dersini veriyorlar. Fakat yine siyasi iktidarların ve sermayenin, halkın
sağlığını tehlikeye atmak pahasına, bilimi kumara çevirerek, henüz Faz 3
çalışmalarının “ara sonuçları” yayınlanmamış bir aşıyı uygulama kararlılığı
karşısında sessiz kalıyorlar. Bilimi savunmak her zaman olduğu gibi Galileo’lere
kalıyor.
Nasıl bugün Kiliselerin etkinliği
tarihe karıştıysa, bir gün bilimi kendi hizmetlerine koşmaya çalışan sermaye
iktidarları da tarihe karışacak ve artık bilimi savunmak için yeni Galileo’lere
gerek kalmayacak.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder