Bugün Hugo Chávez’i aramızdan ayrılışının 10. yıldönümünde, Venezuela’da “herkesten maddi durumuna göre, herkese tıbbi gereksinimi kadar” ilkesine dayalı bir sağlık sistemi kurma çabasını anımsayarak anacağız.
Sağlığın ve hastalığın en önemli sosyal belirleyicisi, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyidir. The most important social determinant of health and disease is the level of consciousness and organization of the working class.- Akif Akalın
Bugün Hugo Chávez’i aramızdan ayrılışının 10. yıldönümünde, Venezuela’da “herkesten maddi durumuna göre, herkese tıbbi gereksinimi kadar” ilkesine dayalı bir sağlık sistemi kurma çabasını anımsayarak anacağız.
Depremden birkaç gün önce, 27 Ocak’ta, e-posta kutuma Progressive International adına Varsha Gandikota-Nellutla ve David Adler tarafından kaleme alınmış bir mektup geldi. Mektup Havana’da, Palacio de las Convenciones’de, Küba Devlet Başkanı Miguel Díaz-Canel ve Dışişleri Bakanı Bruno Rodríguez Parrilla dahil, 26 ülkeden 50'den fazla delegeyle “Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen” kongresi düzenlendiği anlatılıyordu.
Yine bir felaket, yine bildik ekran
profesörleri, yine yetkililerin hiçbir kusurları olmadığına ilişkin
açıklamaları, yine acılı ağıtlar eşliğinde yürek yakan görüntüler ve yine
gözyaşı.
Psikolojide bir olayı daha önceden
yaşamışlık duygusunu ifade eden “déjà vu” diye bir kavram vardır. İki haftadır
ekranları izlerken şimdiye dek kaç defa bu duyguyu yaşadık diye düşünmeden
edemiyor insan. Şahsen ben sayısını hatırlayamıyorum.
Öyle ki, emin olun kanallardan biri yanlışlıkla “6 Şubat” yerine “17 Ağustos” depreminin enkaz görüntülerini veya depremden sonra uzmanların ve siyasetçilerin yaptıkları konuşmaları yayınlasaydı, hiçbirimiz fark etmezdik.
CDC, ABD’nin Sağlık Bakanlığı altında faaliyet gösteren federal bir halk sağlığı kurumu olan Centers for Disease Control and Prevention (Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri) örgütünün adının ilk harflerinden oluşan bir kısaltmadır. Örgütün internet sitesinde yer alan vizyon ve misyon ifadelerine baktığımızda, kendisini yurtta ve dünyada Amerikalıların sağlığının koruyucusu olarak gördüğünü anlıyoruz. 1946 yılında kurulan örgüt, COVID 19 pandemisine kadar ABD’de ve dünyada halk sağlığı alanında oldukça saygın bir yere sahipti. Ancak 2020 yılında patlak veren pandemi karşısında sergilediği kötü performans ile içeride ve dışarıda bütün itibarını yitirdi.
Yeni yıl yazıları geleceğe ilişkin
umutlar taşır. Oysa insanlık sağlık alanında yirminci yüzyıl boyunca elde
ettiği bütün kazanımları yitirirken geleceğe umutla bakabilmek kolay değil.
Tarihte ilk kez bir neslin anne – babalarından daha “kısa ve sağlıksız” bir
ömür sürdüğüne tanık oluyoruz. Ancak çok daha vahim olan ise günümüzde tıbbın
hızla siyasallaşması ve bu durumun kendisini hekimlerin mesleki pratiklerinde
apaçık göstermesidir.
Toplumcu tıbbın mimarı Friedrich
Engels ömrünün büyük bir bölümünü İngiltere’de geçirmiş bir Alman’dır. 1842
yılında, henüz 22 yaşındayken, ailesinin İngiltere’deki tekstil işletmesinde
çalışmak üzere Manchester’a gelir. Burada kaldığı 21 ay boyunca işçilerin ve
emekçilerin maruz bırakıldıkları çalışma ve yaşam koşullarını gözlemler ve
1845’de ülkesine döndüğünde, Almanlara kapitalist sanayileşmenin nelere yol
açtığını göstermek için “İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu” başlıklı kitabını
yayınlar.
Engels’in Manchester’a ikinci gelişi beş yıl sonra, 1849’da gerçekleşir ve bu kez aile işletmesinden emekli olduğu 1870 yılına kadar Manchester’da kalır. 1870’de Londra’ya taşınan Engels, 1895 yılında ömrünü bu şehirde tamamlar. Engels’in Manchester’a üçüncü ve son gelişi ise ölümünden 122 yıl sonra, 2017 yılında gerçekleşir.
Yazımızın başlığı Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın dün kapkara sayfalarla yayınlanan “İnsani Gelişme Raporu 2021/2022” için seçtiği başlık: “Uncertain times, unsettled lives”. Çok doğru bir seçim. Bugün içinde yaşadığımız çağı hiçbir başlık daha iyi özetleyemezdi. Gerçekten de bütün dünya muhtemelen tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar “belirsiz” bir dönemden geçiyor ve herkes tedirgin.
Pandemi başladığında dünyanın birçok
ülkesinde olduğu gibi Kanada’da da faşizm çoktan tırmanışa geçmişti. Özellikle
ABD’de Trump’ın başkan seçilmesinden sonra gündelik yaşamda daha fazla hissedilmeye
başlayan faşizm, geleneksel olarak örgütlendiği asker ve polis çevrelerinin
dışına çıkarak, siviller ve gençler arasında da yaygınlaşmaya başladı.
Pandemi öncesinde daha çok “göçmen karşıtlığı” üzerinden taraftar toplamaya çalışan faşistler, Kanada hükumetinin pandemiye yönelik kısmi kapanma ve maske zorunluluğu gibi tedbirlerine karşı halkı örgütlemeye başladılar. Liberal Trudeau hükumetini sokağa çıkma yasaklarıyla halkın özgürlüklerini ortadan kaldırmaya çalışan bir “gizli komünist diktatörlük”, kendilerini de “özgürlük savaşçıları” olarak tanımladılar.
Komünist Manifesto’nun başlangıcında yer alan “Burjuvalar ve Proleterler” bölümü, “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir" tümcesiyle başlar. Buradan hareketle komünistler karşılaştıkları bütün toplumsal olayları ve olguları “sınıf mücadelesi” içinde anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırlar.
COVID 19 salgınının daha ilk ayları. Rob Wallace ve arkadaşları Monthly Review’un Mayıs 2020 nüshası için “ayın değerlendirmesi” bölümünü kaleme alıyorlar. “COVID-19 and Circuits of Capital” başlıklı makalelerinde Imperial Kolej epidemiyologlarının salgınla mücadelede hangi yol izlenirse kaç kişinin öleceğine ilişkin hesaplamalarına yer vermişler.
Friedrich Engels was only twenty-four years old when he wrote “The Condition of the Working Class in England”. Even though he was a high school drop-out, Engels developed the concept of social determinants of health and diseases 150 years before the World Health Organization (WHO) defined it. The dialectical materialist approach he employed in his analyses proved a useful way of interpreting the “causes of the causes” of diseases. Rudolf Virchow, the prominent German physician, translated Engels’ ideas into medical language and promoted socialist medicine in Europe. His famous report on Upper Silesia typhus epidemic became the masterpiece of socialist medicine.
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün
(MTA) 25 Haziran’da Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Arıklı Köyü
yakınlarında Uranyum ve Toryum madenleri için 3.800 hektarlık bir alanda sondaj
çalışmalarına başlaması bölgede yaşayanları tedirgin etti.
Kısa sürede “Arıklı Dayanışması” adı altında örgütlenen bölge halkı, çalışmaların Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu olmadan yürütülmesi nedeniyle 6 Temmuz’da Kaymakamlığa dilekçe verdi ve Savcılığa suç duyurusunda bulundu. Bölgede yaşayanlar Uranyum madenciliğinin kendi sağlıklarını tehlikeye atacağını ve çevreye (doğaya) zarar vereceğini düşünüyorlar. Haksız da sayılmazlar.
Pandeminin başından beri “aç – kapa” yapa yapa bir hal olduk. Şimdi vaka sayılarının yeniden tırmanışa geçmesiyle birlikte sonbaharda okulların açılıp açılmayacağı konusu tekrar gündem oldu. Sermayenin has profesörlerinden Osman Müftüoğlu bile Hürriyet gazetesindeki köşesinde “rakamlar net ve açık olarak bizi uyarıyor ve yeni bir COVID-19 dalgasının ayak sesleri giderek netleşiyor” diyorsa vay halimize.
COVID 19
pandemisi muhtemelen “en kötü yönetilen” pandemi olarak tarihe geçecek.
Hükumetlerin salgını “sermayenin” gereksinimlerine göre yönetmeleri, bugüne
kadar dünyanın her yerinde yarım milyardan fazla insanın hastalanmasına ve 6 milyon
350 binden fazla insanın yaşamını yitirmesine neden oldu.
Gerçi pandemi henüz bitmedi fakat dünya halkları şimdiden bu “kötü yönetimlerden” hesap sormaya başladılar. Anımsanacağı gibi daha önce “Öğretmenler hesap soruyor” ve “Vietnam halk sağlığı tedbirlerini gevşetenlerden hesap soruyor” başlıklı yazılarımızda halk sağlığı tedbirlerini gevşetenlerden nasıl hesap sorulduğunu aktarmıştık. Bu yazımızda da, ABD’li bilim insanlarından yükselen sesleri aktaracağız.
Çok sevdiğim bir atasözümüz vardır: “keser
döner sap döner, gün gelir hesap döner”.
Dünkü
yazımızda Kanadalı öğretmenlerin, pandemi sürecinde virüsün sınıflarda
yayıldığının anlaşılmasına rağmen, öğretmenlerin ve öğrencilerin sağlığı için
hiçbir şey yapmayan öğretmenler sendikasından nasıl hesap sorduğunu
aktarmıştık. Bugün de Vietnam’ın geçen yıl halk sağlığı tedbirlerini gevşetip
binlerce insanın hastalanmasına ve ölmesine neden olanlardan nasıl hesap sorduğunu
aktaracağız.
Darısı başımıza elbette.
Birkaç gündür sosyal medyada çok
ateşli bir tartışma sürüyor. Tartışmanın fitilini “Canada Educators'
Rank-and-File Safety Committee” veya “Kanada Eğitimcileri Sıra ve Dizi Güvenlik
Komitesi” tarafından ortama atılan bir tweet yaktı:
“Kendinize hiç sordunuz mu, neden sınıflarda yayılan bir virüsün 48 binden fazla Kanadalıyı öldürdüğü iki yıl içinde hiçbir öğretmen sendikası öğretmenlerin ve öğrencilerin korunması talebiyle greve gitmedi”?
(The following article is from the May 1-15/2005 issue of People's Voice, Canada's leading communist newspaper. Articles can be reprinted free if the source is credited. Subscription rates in Canada: $25/year, or $12 low income rate; for U.S. readers - $25 US per year; other overseas readers - $25 US or $35 CDN per year. Send to: People's Voice, 706 Clark Drive, Vancouver, Canada, V5L 3J1.)
Aşağıdaki makale
Bursa Tabip Odası’nın yayın organı Genel Pratisyen dergisinin Aralık 2009
nüshasında (Yıl: 8, Sayı: 46) yayınlanmıştır.
Aklı başında herkes hastalandıktan sonra şifa aramak yerine, hastalanmamak için tedbir almanın daha iyi olacağını, bu nedenle tıbbın ve sağlık hizmetinin önceliğini “önleyiciliğe” vermesi gerektiğini söyleyecektir. Ancak tarih boyunca tıbbın ve sağlık hizmetinin birkaç istisna dışında önceliğini hiçbir zaman önleyiciliğe vermediğini, her zaman tedavi hizmetlerine ağırlık verdiğini biliyoruz. Acaba neden tedavi her zaman önleyiciliğin önüne geçiyor? Neden kaynaklarımızı hastalıkları önlemeye değil, tedavi etmeye harcıyoruz?